12.19.2006

"Yoldan Çıkan" Birisinin Kitabı

Gökyüzü - 28 Nisan 2003
Atilla Akar, İletişim’den çıkan "Eski Tüfek Sosyalistler" isimli kitabından hatırladığım bir sosyalist yazar. Akar şimdi de "Derin Dünya Devleti-Gizli Doktrinin Küresel Efendileri" isimli bir kitap çıkarmış ve anlaşılan Akar da yoldan çıkmış(!) sonunda. Akar, bu konuya 11 Eylül sonrası merak sardığını söylüyor yani oldukça yeni. Kitabında, Tapınak Şövalyeleri, Masonlar, Siyon Protokolleri, Uluslararası Kapitalizm, CFR, Bilderberg, Trilateral, Kabalistik Tasarımlı Mason Dünya Devleti, CIA, Emperyalizm, Küreselleşme, Gül-Haç Örgütü, George W. Bush’un mensup olduğu örgüt, Post-Modern Faşizm vb gibi konulara değinmiş. Akar, bu konuya ilgi duymamanın ötesinde, burun kıvıran özellikle solcu diye bilinen aydınlara karşı da epey dokunan ifadeler yazmış. Akar, İslamcıların bu konulara değinirken sınıf olgusunu atlatığını, solcuların ise küreselleşme ve emperyalizme vurgu yaparken, bu meselenin ezoterik yönünü gözönüne almadıklarından yakınıyor. Çok haklı, sanırım biz de epeydir buna benzer şeyleri söylüyoruz. Akar, Derin Dünya Devleti’nin Kabala ile ilgisini anlamış, bunu anlatmaya çalışıyor ve çok yerinde bir vurguyla da meselenin özünün, anti-semitist bir yaklaşım dahilinde kaçacağını da söylüyor. "Komplo Teorisi" üzerine de oldukça açıklayıcı, doyurucu bir yaklaşımı var. Irak İşgali öncesi yazılan kitap, katillerin Irak’ta aslında ne yapmak istediklerine de bir cevap niteliğinde.

Milliyetçiliğin Sistematikleştirilmesi-Talat Paşa ve Ziya Gökalp

Gökyüzü - 27 Nisan 2003
Berin Nadi’den yola çıktık, yakın dostları olan, Cumhuriyet’in kurucularından Zekeriya Sertel’in Sabiha Hanım’la nikahında şahit olan, tarihin önemli şahsiyeti Talat Paşa’yla devam delim. Talat Paşa, yukarıda değinilen bağlamda hem masonluğu hem de ilşkide olduğu çevreler açısından modernleşme/milliyetçilik sürecinde çok önemli sembollerden birisi.

3 Mart 1909’da İstanbul’da, Tokatlıyan Otel’de Mason Yüksek Şurası için bir toplantı yapılıyor. Toplantıya o anda 33. dereceye ulaşmış 12 mason katılıyor. Bu 12 kişi kıdem sırasına göre 1’den 12’ye kadar sıralanıyor. 1 Numara’daki kişinin adı Mehmet Talat Sai, o esnada İttihat ve Terakki Merkezi Umumisi Reisi ve milletvekili. Ondan önce de Alyans İsrael’de Türkçe öğretmenliği yapıyor. O zaman bu isimle tanınıyor ve daha sonra tarihe Talat Paşa olarak geçecektir. Bu toplantılardan sonra diğer bazı önemli tarihi şahsiyetlerin de (13. Isim olan İttihatçı Rahmi Bey gibi) 33. dereceye yükseltildiğini görüyoruz. ( )

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar’a ait İnternet sitesinde, Meşhur Masonlar olarak gururla ilan edilenlerden birisi de Talat Paşa; aynen şöyle yazılmış : Talât Pasa (1874-1921) Sadriazam
Araştırmacı Suat Parlar, Yves Ternon’un "Ermeni Tabusu" kitabından alıntı yaparak bazı bağları irdeliyor : "Talat Paşa, İttihat Terakki’nin sivil kanadının lideridir. Bu örgüt ustası, İttihat Terakki’nin temel yapıtaşlarının oturtulması ve cumhuriyete kadar uzanan tarihsel süreçte devlete katkılarıyla önemli bir konumdadır. Edirne’de bulunduğu sıralarda musevilerle kurduğu ilişkiler ve bu ilşiklerin örgüte taşınması, ideolojik alan başta olma üzere İttihat Terakki’yi derinden etkilemiştir. Etkileri günümüze kadar uzanan, Türkiye-Museviler, siyonist örgütler, İsrail -Türkiye ilişkilerinin temelleri İttihatçıların bu güçlü adamının izlerini taşır. (…) Alyans Israilite Universelle’de Türkçe öğretmenliği yapan bu önemli devlet adamı sadrazamlığa kadar yükselmiştir." ( )

Alyans (Aliance, Aliyans ) Israilite Universelle’nin önemi pek bilinmez. Siyonizmin temelleri bu okullarda atılmıştır. Bu okullarda okuyanlara hitap eden, bu okullarda öğrenilen Fransızca nedeniyle, Dinç Bilgin’in babası İzmir’de Fransızca gazete çıkarmıştır. ( ) Aliya, Erez İsrael’e yani Nil’den Fırat’a kadar olan, vaadedilmiş Kenan ülkesi topraklarına göç demektir. Bu topraklara gelene "ole" yani yükseğe çıkmış deniyor. Çünkü, bu topraklarda yaşamak bir farz, dini bir vecibe. ( )

Talat Paşa hem mason hem de Bektaşi. Halifebaba Turgut Koca’nın geriye bıraktığı önemli belgeden bunu bir kez daha öğreniyoruz.Talat Paşa, Edirneli ancak hiç kuşkusuz Selanik ile çok yakın bağı var. Selanik’te kurulmuş ve bugün İstanbul’da devam eden, Selanik kökenli önemli bir okul olan Şişli Terakki’nin de bağlı olduğu Terakki Vakfı’nın sitesine girip mezunlara baktığımızda, 1998-1999 mezunları arasında Ziya Muzaffer kızı Busitan Senem TALATPAŞAOĞLU’na rastlarız.

***
Berin Nadi’nin çocukluğundan bahsederken zikrettiği Ahmet Ağaoğlu (Agayef)’dan bahsetmek gerekiyor. Tarih tünelinde hızla yol alıp, bağların sürekliliğini göstermek açısından gerekiyor, Kemal Derviş’e geleyim.Bugün bir başka eupatrid Kemal Derviş Eylül 2001 tarihinde Londra’da çocukluk arkadaşım dediği bir başka eupatrid Kemal Nebioğlu’nun evinde kalmıştı.

Ünlü Mocan Yalısı, Pembe Yalı’nın sahibi Şevket Mocan, ünlü bir sağcı, ünlü bir mason ve DP milletvekili Şevket Mocan’ın karısı Sara Hanım, Nazım Hikmet’in teyzesi. Şevket Mocan’ın çocukları Ayşe, Dündar Baştımar’la evleniyor, diğer çocuk Rüya da Samet Ağaoğlu’nun oğlu Mustafa Kemal Ağaoğlu’yla. Daha sonra da Rüya Hanım bir evlilik daha yapıyor İlhan Nebioğlu’yla evleniyor ve Londra’da oturuyorlar. Şevket Mocan’ın Nazım Hikmet’in teyzesi.olan Sara Hanım’la evlenmeden önceki eşi olan Nihal Hanım’ın babası eski milletvekili Ahmet Refik Uluçay; Nihal Hanım, Necmettin Sadak’ın da baldızı. Sedef Adası’nın eski sahibi Rüyap Şehsuvaroğlu, Şevket Mocan’ın kuzeni. Necmettin Sadak, eski Dışişleri Bakanı, mason ve Ali Naci Karacan’ın da ortağı, Akşam Gazetesi’nin eski sahibi. Şevket Mocan’ın çocuklarından Ayşe, Dündar Baştımar’la evleniyor. () (Şevket Mocan’ın babası Deli Remzi Paşa, annesi ise Ayşegül Mediha ve Ayşegül Mediha Hanım’ın babası da İngiliz Sait Paşa. İngiliz Mehmet Sait Paşaİngiltere’de okuduğu için İngiliz deniyor. Müşir, Vali, Rasathane Müdürü; Divanyolu 2. Ada’da gömülü. ( ) Şevket Mocan’ın baba dedesi de Fethi Ahmet Paşa, Pembe Yalı’yı yani Mocan Yalısı’nı da yaptıran o zaten ve ilk Viyana Sefiri. )

Türkçülüğüyle tanınan Ahmet Ağaoğlu’nun Demokrat Parti’nin ağır toplarından olan oğlu Samet Ağaoğlu da babası gibi mason. Samet Ağaoğlu, tıpkı Berin Nadi gibi ülkenin eupatrid olmanın göstergelerinden birisi olan Işık Lisesi mezunu. ( ) Dündar Baştımar, Sürmene doğumlu, bir başka çok önemli okul olan Şişli Terakki Lisesi 1937-1938 mezunu. (www.terakki.org.tr) Dündar Baştımar, TKP Genel Sekreteri Zeki Baştımar’ın amcasının oğlu. TBKP’den ve TİP’ten tanıdığımız Nihat Sargın’ın eşi Yıldız Hanım, Dündar Baştımar’ın kardeşi. Baştımar Kardeşler, Baştımar’ın komşu köyü olan Kastel Köyü’nün yetiştirdiği memleket "büyüğü" Banker Kastelli’nin yani Abidin Cevher Özden ile kardeş torunları. (Dündar Kılıç da Baştımar’ın ünlülerinden. Sürmene’nin diğer ünlü sol ismi Sevim Tarı Belli’dir.)

Samet Ağaoğlu’nun oğullarından Tektaş Ağaoğlu ise Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) kurucularından ve önemli isimlerinden birisi.

****

Yukarıda Doğan Avcıoğlu’ndan yaptığımız alıntı aklıma Munis Tekinalp ya da Tekin Alp olarak da bilinen, Siyonizm Kongresi’ne Selanik Delegesi olarak katılan gerçek ismiyle Moiz Kohen’i çağrıştırdı. Türk Milliyetçiliğinin en önemli savunucularından olan Moiz Kohen’e en yakın isimlerden birisi de Ziya Gökalp. Türk Milliyetçiliğinin ideologlarından olan Ziya Gökalp’e de, ideolojisi ve bağları dolayısıyla değinmeden geçmemiz mümkün değil.

Epistemolojinin temel sorunu bilgidir ve John Locke tarafından disiplinize edilirken de bugüne kadar da hep, bilginin kaynağı, doğruluğu ve sınırları olarak üç ana sorunsalla uğraşmıştır. Pozitivizmin çıkışı da, bilginin kaynağı olarak duyularımızı gösteren İngiliz felsefe disiplinidir (Hume, Mill, Spenver vd.). Duyumcular, tek bilgi kaynağı olarak deneylerimizi, bu deneylerde elde ettiğimizi duyumlarımızı gösterirler ve metodoloji olarak da tümevarımı kabul ederler. Pozitivizm de başta kurucusu Auguste Comte olarak, insanların ancak gözlenenebilen olayların, fenomenlerin, olguların bilgisine sahip olabileceğini, bilimin de ancak olguların değerlendirildiği bir alan olabileceğini söyler. Bu olgucu tutumun sonucu olarak, sosyal bilimlerin de tıpkı doğa bilimleri gibi, bilginin kaynağı olarak gördükleri verileri ele almak ve sosyal bilimleri de doğa bilimlerine benzer bir yaklaşımla incelenmesi gerektiği söylenmiştir. Son yazdığımız cümlenin tabii sonucu olarak da, sosyal bilimlerinin amacının olması gerektiğini söylemesi değil olanı açıklaması gerekir şeklinde bir yaklaşımı vardır. Pozitivizm, doğduğu coğrafyada elbette bir içsel düşünsel süreç, yaşanılan üretim ilişkileri/üretim araçlarının durumu gibi tarihin akışından doğarken, bu topraklara ise ithal edilmiştir. Auguste Comte "alemişul din"e davet için dönemin Paris ortaelçisi olan Mustafa Reşit Paşa’ya uzun bir mektup yazmış, "Tanrı’nın yerine ilmi ve beşeriyeti ikame eden yeni dinin peygamberi sıfatıyla Reşit Paşa’ya müracat ediyor ve ondan yeni bir hatla Doğu’da bu yeni dini yaymasını istiyordu." (1)

Tarihteki önemi bazen önüne gelen "Büyük" sıfatı kadar önemli olan, aynı zamanda çok da önemli bir mason Mustafa Reşit Paşa’nın koruyuculuğunda Paris’e giden Şinasi, Pozitivist düşünürlerle temasa geçiyor ve "M. Kaya Bilgegil’e göre "Şinasi Efendi değil naat yazmak hiçbir şiirinde Hz. Peygamberden bile bahsetmez." (2)

Modernleşmenin siyasal ve ideolojik alanda ilk sistematik uygulamaları baktığımızda Tanzimat’la karşılaşırız. Mustafa Reşit Paşa’nın şahsında, pozitvizm ile modernleşme arasında bire bir örtüşme görüyoruz; bu da modernleşmenin doğası gereği hele de ithal olunca doğal. Modernleştiriciler aynı zamanda, ilk pozitivistler olarak da karşımıza çıkıyor.

Pozitivizmin kurumsal olarak baş tacı edildiği, yeni din olarak hayata sokulduğu oluşum ise İttihat ve Terakki olmuştur. A. Comte tarafından vazedilen "ordre et progrés" yani Nizam ve Terakki, İttihat ve Terakki için önerilen ilk isimlerdendir; nizam sözcüğü yerine dönemin şiarı olan ittihat sözcüğü seçilmiştir. Pozitivizmin bir düşünce olarak yaygınlaşması da İTC’nin yayın organı olan Meşveret önemli bir rol oynamıştır.

Auguste Comte, toplumların değişim teorisi olarak, bir tarih felsefesi olarak meşhur üç hal yasasını formüle etmiştir; üç hal yani sırasıyla teolojik-metafizik-bilimsel olarak adlandırdığı aşamaları, toplumların halleri olarak belirtmiştir. Bu üç hal yasasının kuşkusuz karşılığı metafizik karşıtlığı ve onun da pratik de laiklik olmuştur. Pozitivizmin İTC içinde en önemli temsilcilerinden birisi de Cemiyet’in ideologlugunu üstlenmiş olan Ziya Gökalp olmuştur. Ziya Gökalp’i pozitvizmle ve masonlukla tanıştıran aynı isimdir : Abdullah Cevdet. Abdullah Cevdet keskin bir din düşmanlığını en radikal bir biçimde sergileyerek, ölümünden sonra cenaze namazının kılınıp kılınması sorun olan birisidir. Ziya Gökalp’in intihar girişimiyle, Beşir Fuad’ın (o da masondur) intihar girişimi arasında inanç sistemleri bakımından bir paralellik bulunabilir. Bileklerini kestikten sonra son ana kadar hissetiklerini yazıya döken Beşir Fuad, veda mektubunu da, "Ey Hakim" diye hitapla başlayacak kadar saygı duyduğu Ahmet Mithat Efendi’ye (masondur) yazmıştır. Ziya Gökalp’in, Cemil Meriç’in deyişiyle kırıntılarını ithal ettiği asıl isim de -Demokrat’ta yazarken yazılarını zevkle okuduğum- Emil Galip Sandalcı’nın adaşı Emile Durkheim olmuştur.

"En büyük özelliği çok az konuşması… Her toplantıda hiç kımıldamadan oturur, dinlermiş. Ağzını açmazmış. Sonra ve bazan bir terleme başlarmış. Terleme, Ziya Gökalp’in konuşacağının işareti olurmuş. Zira Gökalp, her zaman, konuşmadan önce sıkıntıdan terlermiş. Ziya Gökalp az konuşmasıyla ve teorisyeni olduğu İttihat ve Terakki’nin zilediği politikaya hiç karışamadn büyük düşünür koltuğunu korumuş."(Yalçın Küçük, Bilim ve Edebiyat, s.186)
Gençliğindeki intihar girişimin izini ömür boyu taşıyacak olan M. Ziya Gökalp, Diyarbakırlı. Dedesi yörenin ünlü fikir insanlarından birisi. Gökalp’i çok etkileyen babası Tevfik Efendi, memur; vilayetin resmi gazetesinin müdürlüğünü yapmış, istatistiki salname yazmış, Diyarbekir Tarihi isimli bir kitabı var; en son görevi de nüfus işlerini idare etmek. Annesi Zeliha Hanım da eşraftan bir ailenin kızı. (Ali N. Göksel, Ziya Gökalp : Hayatı-Eserleri, Aktaran: Mehmet Karakaş, Türk Ulusçuluğunun İnşası, s.166)

"Bir akşam eve geldiğimde babamı çok üzgün buldum. Beni görünce ‘Gel dedi. Sana çok kderli bir haber vereceğim. Çok ağlayacaksın!… Çünkü sizin en büyük hocanız ve ulusun da en büyük adamı olan Namık Kemal vefat etti’… ‘İşte sen bu adamın arkasından gideceksin ! Onun gibi vatanperver onun kadar hürriyetperver olacaksın !… Bu sözler bende o kadar etkili oldu ki, o zamana kadar bende olmayan yeni bir mefkure melekesi yarattı. Çünkü bu andan itibaren şuurlu bir hürriyetperver, uyanık bir vatansever gibi düşünmeğe; hürriyet, vatan, ulus mefkurelerini her şeyin üstünde görmeye başladım."(Ziya Gökalp, Felsefi Vasiyetler; Aktaran : Mehmet Karakaş, s.167)

Namık Kemal ile Nazım Hikmet akrabadır. Bunu açacağız. Ahmet Mithat, Namık Kemal ve Ziya Gökalp’in ortak bir paydaları da hepsinin mason olması. Ahmet Mithat Efendi’nin bir de melami olduğunu biliyoruz. (Toplumsal Tarih, Ocak 2002)

Şimdi ilginç bir akrabalık bağına geçeceğiz. İlginç bağlantıların çoğunu Aksiyon’da yazan Cemal. A. Kalyoncu’dan öğreniyorum zaten, VIP Turizm Genel Müdürü Rana Pirinçcioğlu bakın ne anlatıyor : "Diyarbakırlı toprak ağası Ali Ağa'nın oğlu, 1. ve 2. Meclis üyesi, 1922—25 arasında Bayındırlık Bakanlığı yapmış Fevzi Pirinçcioğlu'nun (aile pirinç ektiği için bu soyadını almıştır) torunu olan Yasemin Pirinçcioğlu'nun babası da Ali Fethi Bey'dir. Ziya Gökalp, Süleyman Nazif ve Cahit Sıtkı Tarancı (halasının oğlu) ile kuzen olan Arif Fevzi Pirinçcioğlu'nun Çerkez eşi Nazime Hanım'dan, Ali Fethi ile birlikte yedi çocuğu gelir dünyaya. Çocuklarından Vefik Pirinçcioğlu, 12 ve 13. dönem Diyarbakır ve Kahramanmaraş milletvekilliğinin yanında, 1963—64'teki İnönü kabinesinde de devlet bakanlığı görevi üstlenir. Hiç evlenmeyen Vefik, Nedim, Nezihe, Remziye (Fikri Alpay ile evlenir), Hikmet (o da yine TBMM'nin ilk üyelerinden Mazhar Germen'in büyükelçi Şefik Fenmen ile Yüksel dışındaki çocuğu Türkan Hanım'la evlenir. PR yapan Nilgün Pirinçcioğlu çiftin oğlu dışındaki diğer çocuğudur.) ve Kadriye (Kadriye Hanım da Ticaret Bakanlığı yapmış Vedat Dicleli ile evlidir. Gaye ve Sina adında iki çocukları vardır.) Hanım'dan sonra doğan Yasemin Hanım'ın da babası Ali Fethi Bey, dolayısıyla kardeşlerin en küçüğüdür. Ali Fethi Pirinçcioğlu, daha sonra eşi olacak Hayrünnisa İnci(Arkan)'yle üniversite yıllarında tanışır: "Zannediyorum imtihanda tanışıyorlar. Annem Üsküdar Amerikan, babam Robert Kolej mezunu. Annem çok güzel bir kadın. Fakat okula gittiğinde makyajsız, saçlarını geriye doğru sarkıtıyor, gayet sade. Fakat babam daha sonra bir yere davet ediyor onu. Annem süsleniyor ve gidiyor. Babam, annemi tanımıyor." Sultan Süleyman'ın torunu Hayrünnisa İnci Hanım ise, Dr. Ekrem ve Saadet (Arkan) çiftinin iki kızından biridir (diğeri de Kırlangıç zeytinyağlarının eski sahibi Sevinç Özer'le evlenen ve Kazım ile Ekrem adında iki çocukları olan Gülören Hanım'dır). Yasemin Pirinçcioğlu'nun anneannesi Saadet Hanım aslen Rodoslu'dur. Tütün rejisinin başında bulunan Bayramzade İzzet ve Vus'at çiftinin çocuğu olan Saadet Hanım'ın kızkardeşi, Durmuş Bey'le evlenen ve sanayici olarak tanıdığımız Selçuk ile Selman Yaşar'ın da annesi olan Hikmet Yaşar'dır. Saadet Hanım'ın bir diğer kardeşi ise, Sultanahmet'teki İktisadi ve Ticari İlimler Akadamesi'ni kuran ve ilk ticaret ansiklopedisini yazan kişi olan İsmet Alkan'dır. Vecahat Hanım ise, Dr. Mazhar Paşa'nın torunu ile evlenip Oranus soyadını alan Saadet Hanım'ın başka bir kardeşidir. 'Ben kimim?' sorusunun peşinde Osmanlıca da öğrenen Yasemin Pirinçcioğlu'nun en ilginç bağı şüphesiz, annesi Haynünnisa İnci Hanım'ın babası Dr. Ekrem Bey tarafından varılan aile bağlarıdır. Yasemin Pirinçcioğlu'nun büyükbabası Dr. Ekrem Arkan'ın annesi Mevhibe Hanım Kazasker Neşet Molla'nın kızıdır. Ekrem Bey'in büyükamcası da Şeyhülislam Cemalettin Efendi'dir: "Ben 18. batından Sultan Süleyman'ın torunuyum. Elimdeki vakıflarda kayıtlı olan şecerede Hz. Ali'ye kadar da ulaşıyoruz (Aile Hz. Ali'nin soyuna, Yasemin Hanım'ın annesi İnci Pirinçcioğlu'nun babaannesinin annesi Afife Hanım vesilesi ile dayanmaktadır. Afife Hanım yukarıda adı geçen Kazasker Neşet Molla'nın eşidir). Onu çok iyi biliyorum. Biz Hürrem Sultan'ın oğlu Şehzade Mehmet eşrafından geliyoruz. Ailede matematikçiler var. Gelenbevi ailesi. Çok dallanmış bir ağaçtan bahsediyorum. Biz çocuklar 18. batın oluyoruz. Bizim çocuklarımız da 19. batın." Dr. Ekrem Bey'in de mensup olduğu Gelenbevi ailesi daha önceki hayat hikayelerinden de hatırlayacağınız gibi, Nazım Hikmet ve Mehmet Ali Aybar'ları da içine alan çok geniş bir ailedir. Dr. Ekrem Arkan'ın Ticaret Bankası Genel Müdürlüğü yapan Necmi, doktor Baha ve üniversitede müderris Dr. Ziya Bey'le evlenen Nesibe Hanım dışında bir kardeşi daha olur. İsveç ve Almanya'da mimari tahsili almış Seyfi Arkan (Ailenin önceki soyadı Gelenbevi'dir. Ancak Atatürk Seyfi Bey'e Arkan soyadını uygun görür) Atatürk'ün Florya'daki köşkü ile İnönü'nün köşklerini yapan kişidir. Kültür şoku İşte böylesine iki aileden gelen Ali Fethi ve Hayrünnisa İnci evlendiklerinde yıl 1949'dur. Hayrünnisa İnci Hanım, 1946'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Filolojisi Bölümü'nü bitirmiş ve Halide Edip Adıvar'ın yanında asistandır. Ali Fethi Bey de Abdi İpekçi, Necati Zincirkıran, Feyyaz Tokar'larla birlikte, devrin en popüler gazetecilik branşı olan Beyoğlu muhabirliği yapmaktadır Cumhuriyet gazetesinde: "Vefik amcam Nadir Nadi ile Lozan'dan sınıf arkadaşı idi."

Röportaj yapılan Yasemin Pirinçcioğlu’nun dedesi Arif Fevzi Pirinçcioğlu’nun babası ile Ziya Gökalp’in annesi kardeş. Arif Fevzi Bey, Ziya Gökalp’in dayısının oğlu. Anlatıma göre, Arif Fevzi’nin babasının kız kardeşlerinden, diğer üç kız kardeşten olan çocukların birisi Cahit Sıtkı Tarancı, diğeri Ziya Gökalp ve Süleyman azif. Demek ki, Cahit Sıtkı, Süleyman Nazif ve Ziya Gökalp üçü teyze çocukları. Yasemin Pirinçcioğlu’nun annesinin, geçenlerde ölen Halide Edip’in asistanı da olan Hayrunisa İnci Hanım’nın teyzesi Selçuk Yaşar’ın annesi. Yani, Hayrunisa İnci Hanım’la, Selçuk Yaşar teyze çocukları. Hayrunisa İnci Hanım yakın zamanlarda vefat etti ve Teşvikiye’den kalkan cenaze Zincirlikuyu’ya gömüldü. ( )

Pirinçcioğlu’nun anlattıklarında ismi geçen Vefik Pirinçcioğlu, Varlık Vergisi’nin başındaki kişi Varlık Vergisi’nin başındaki Pirinçcioğlu ismiyle ilk kez Reşat D. Tesal’ın kitabında karşılamıştım, konuyu dağıtma pahasına (dağıtmadan bu zinciri anlatmak mümkün değil zaten) Tesal ve bağları açısından için bir parantez açmam gerekiyor.

****
"Selanik’ten İstanbul’a- Bir Ömrün Hikayesi" Reşat D. Tesal’ın otobiyografik kitabı, İletişim Yayınları tarafından 1998’de yayınlanmış. Yazar’ın çocukluğunun geçtiği Volos ve Selanik’le başlıyor. Gerçekten çok ilginç ve değerli bilgiler, o döneme ait çok az bilinen ve yazılan şeyler içeriyor. Babası, Ömer Dürrü Tesal, o dönemde milletvekili ve daha sonra da Mübadele Komisyonu Başkanlığı yapıyor. İttihat ve Terakki Genel Sekreteri Mithat Şükrü Bleda Tesal’ın yakınlarından birisi. Reşat D. Tesal, Mübadele sonrası İstanbul’a geliyor. 1927’de O zamanki adıyla Feyziye Lisesi’ne yani şimdiki Işık Lisesi’ne gidiyor. Sınıf arkadaşlarından birisi Zihni Betil. İbrahim Betil’in akrabası. İbrahim Betil’in ismi son zamanlarda daha çok, Egitim Gönüllüleri Vakfı’yla gündeme geliyor, son derece etkili, yetkili tanınmış bu zatın vakfı Şifo Mehmet’in jübilesini yapmıştı. Kim Kim’dir İbrahim Betil için şu bilgiyi veriyor. " BETIL, IBRAHIM, banka üst düzey yöneticisi; 15 Ara. 1944, Istanbul doğ.; Osman ve Rabia (Karakas) B.'in oğul.; evl.: 8 Eyl. 1969, Sedef Inkaya; çocukları-- Senem Betil. Istanbul Robert Kolej mezunu. 1971-73 Proje Uzmanı Türkiye Sınai Kalkınma Bankası; 1973-81 Genel Müdür Plastam A.Ş.; 1981-85 Genel Müdür Pamukbank T.A.Ş.; 1986-87 Genel Müdür Iktisat Bankası Türk A.Ş.; 1987-- Genel Müdür Garanti Bankası."
Ünlü Ceza Hukukçusu Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer de, Reşat D. Tesal’ın kızkardeşiyle evli. Ünlü Mimar Hayati Tabanlıoğlu’nun da Reşat D. Tesal’ın bacanağı olduğunu öğreniyoruz. Tabanlıoğlu, İstanbul AKM, Yeşilköy Hava Limanı, Erzurum Atatürk Üniversitesi, Milliyet Binası gibi bazı projelerin mimarı. Reşat D. Tesal, İsviçre’de hukuk okuyor, sonra yargıçlık, üst düzey banka yöneticiliği, üniversitede öğretim üyeliği, 1980’ de İktisadi Ticari İlimler Akademisi Dekanlığı gibi mevkilerde bulunuyor. Tesal’ın elbette bir de masonluğu var ve kitabının sonunda, Tanrı yerine masonların kullandığı ünlü deyimle Kainatın Ulu Mimarı diyor. Kışları İsviçre’de, yazları ise Büyükada’da yaşayabilecek, çocuklarını kendi gibi yurt dışında okutabilecek bir hayat standartına sahip. Reşat D. Tesal’ın akrabalarından birisi, kuzeni, Mehmet Ali Balin. Hariciyeci Balin’le, 6-7 Eylül olaylarını incelerken karşılamıştık.

Reşat D. Tesal, kitabında kendisinden sonra bir kızkardeşinin kendi gibi Işık Lisesi’nde okumasının, diğer kız kardeşinin de (Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmeze’ın eşi olan) Şişli Terakki’de okumalarından başka, üvey annesinin de Selanik’te Terakki Mektebi’ne (Şişli Terakki Lisesi ) gitmesinin mutlu bir tesadüf olduğunu yazıyor. Terakki Vakfı’nın sitesine girip bakıyoruz ki, H. Merih Tesal (Sulhi Dönmezer’in eşi) 1948 mezunu olup babasının ismi de Ömer Dürri yazıyor. Kitapta Dürrü diye geçiyor. Reşat Bey, Adalet Bakanlığı’nda sıkılıyor ve imdadına Prof. Dr. Faruk Erem yetişiyor ve İş Bankası İstanbul Hukuk Müşavirliği’ne geçiyor. Oradan da sıkılıyor ve Akademi’ye geçmesi için kendisine Prof. Dr. Reşat Kaynar teklifte bulunuyor. Reşat Kaynar, Şişli Terakki 1964 mezunu Hüseyin Yavuz Kaynar’ın babası oluyor.

Reşat D. Tesal’ın ağabeyi Necip Tesal da, Mustafa Kemal’in sağ kolu ve yakınlarından Nuri Conker’in kızıyla evleniyor. Akrabalık bağı evlenmeden önce de var zaten, Nuri Conker, Tesal’ların dayılarının eşinin dayısı oluyor. Nuri Conker ismini açmak gerekiyor :"Mustafa Kemal’in en eski arkadaşlarından ikisi, Selanik’te ilkokuldan tanıdığı Nuri (Conker) (1882-1937) ve Manastır’da İdadi’de tanıdığı Ali Fethi’dir (Okyar). Nuri, Enver’in 1914’te kurdurduğu istihbarat örgütü olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın ilk yöneticisi olan Süleyman Askeri’nin (ö:1914) kayınbiraderiydi." J. Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s.85) Larousse, Nuri Conker için aynen şöyle demiş : "Atatürk’ün akrabası ve en yakın arkadaşıydı" Nuri Conker ile Mustafa Kemal aynı ilkokula gidiyorlar. Mustafa Kemal ile Nuri Conker yakınlığı İş Bankası’nda da önemli oluyor.

"Banka içinde, kendilerini iş hayatının göbeğinde bulan Kurtuluş Savaşı temsilcileri de iş hayatının tadına kolayca varacaklardır. Celal Bayar liderliğindeki Muammer Eriş, Siirtli Mahmut, Kılıç Ali, Recep Zühtü, Salih Bozok, Nuri Conker, Cevat Abbas gibi kişiler İş Bankası Grubu olarak tanınacak ve bu grubun adı affarisma tartışmalarında sık sık geçecektir." (Avcıoğlu, s.249) "Daha sonra İttihatçıların İtibar-ı Milli Bankası’nı da yutacak olan İş Bankası 1924 yılında 1 milyon sermeye ile kurulmuştur. Fakat ödenmiş sermaye 250 bin lira idi ve bu para Atatürk tarafından verilmiş. Öteki kurucular, hemen hemen hiç para ödemeden, büyük bir gelişme gösterecek olan bu bankanın ortakları olmuşlardır" (Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, s.248) "Atatürk’ün 250 bin lirası, Hindistan Müslümanlarının Kurtuluş Savaşı sırasında yaptıkları 500 bin liralık yardımın yarısınından oluşuyordu." (Mustafa Sönmez, Kırk Haramiler, Türkiye’de Holdingler, s.198)

Banka’nın kuruluş fikri Mustafa Kemal’in kayınpederi Muammer Bey’den geliyor ve Celal Bayar vasıtasıyla banka kuruluyor. Celal Bayar, Muammer Bey’den para da almadan ortak yapıyor. Bankanın yönetim kurulu üyeleri arasında Kılıç Ali (Altemur Kılıç’ın babası) , Nuri Conker ve Salih Bozok da var.

***********

Ünlü boya markası DYO’nun açılımı Durmuş Yaşar Oğulları’dır. Durmuş Yaşar, bugünün Yaşar Holding’inin kurucusu. Durmuş Yaşar, Rodos’ta doğmuş ve ticarete orada başlayıp, sonra yerleştiği İzmir’de devam etmiş. Bilderberg 1975’te Selçuk Yaşar’a ait olan Altın Yunus Oteli’nde (İzmir/Çeşme) toplandı. Şimdi burada Bilderberg için bir parantez açmak gerekiyor çünkü çok önemli.

Dünyayı yöneten güçlerin en altında masonlar bulunuyor, masonlar, masonluk biliniyor; onun üstündeki grupları hiyerarşik sırasıyla yazalım : Bilderberg Group (B.B.) : Kuruluşu 1954, Trilateral Commission ( T.C) : Kuruluşu 1971, Commission of Foreign Relation (C.F.R) : Kuruluşu 1921. Bilderberg’in kurucu eski bir Nazi olan Hollanda Prensi Bernhard. Bilderberg ismi, Mayıs 1954 tarihinde ilk toplantının yapıldığı bu kişiye ait olan Arnhem yakınlarındaki otelin isminden geliyor. Bu Nazi eskisi Lockheed Rüşvet Skandalında baş aktörlerden birisi olarak gruptan ayrıldığı 1976 tarihine kadar da her toplantıda var zaten. Toplantılarda, siyasetçi ve önemli kapitalistler, kapitalist kuruluş başkanları, finans dünyasının önemli isimleri, diplomatlar ilk göze çarpanlar. Toplantılarda, emperyalizmin siyaset ve ekonomi sorunları, dünyadaki siyaset ve ekonomik durum, gelişmeler irdeleniyor ve bunlara emperyalizmin çıkarları doğrultusunda kararlar alınıyor. Toplantılara bir de gelecek için "umut" veren isimler çağırılıyor, bunlar emperyalizmin görücülüğünde kendilerini tanıtıyorlar. Bilderberg’e bu açıdan katılanların kısmeti açılıyor ve birden yükseliyorlar. Örneğin, Tony Blair 1993’te Yunanistan’daki toplantıya katılıyor, ardından 1994’te parti lideri, 1997’de de başbakan oluyor. Bill Clinton, 1991-Almanya toplantısının ardından 1992’de başkan oluyor. Böyle örnek çok : Romano Prodi, Jack Santer, George Robertson vs. Normalde bir gündem var, ama son gelişmelere göre gündem değişebiliyor. Bir otel tamamen kapatılıyor, özel hizmetliler var, silahlı koruyucular kimseyi otele sokmuyorlar. Gizlilik en büyük ilke, kim ne konuştu, bunu yazmak, açıklamak yasak. Galatasaray’ın eski Başkanı Selahattin Beyazıt bu grubun Türkiye ayağı. Demirel, Ecevit, Mesut Yılmaz ve daha çok önemli kişiler bu toplantılara katılmışlar. Bu toplantıların 2002’de yapılanına Kemal Derviş, Özden Sanberk ve Murat Özaydınlı katıldı. Talat Turhan’ın kitaplarından ( ) ya da Orhan Gökdemir’in bir araştırmasından Bilderberg ve katılımcıları hakkında bilgi alınabilir. İnternet’te çeşitli sitelerden tarayarak 2000’den 1991’e kadar toplantılara Türkiye’den katılanları buldum liste şöyle :

2000 : TR, Çolakoglu, Nuri; Chairman and CEO, NTV TR, Kayhan, Muharrem; Vice-Chairman of the Board, Söktas, Former President, Tusiad 1999TR - Erçel, Gazi - Governor, Central Bank of Turkey. TR - Ergin, Sedat - Ankara Bureau Chief, Hürriyet. (Cumhuriyet ve Hürriyet’in Washington eski temsilcisi. Hüsamettin Özkan’a kefil oluyorum demişti.) TR - Kirac, Suna - Vice Chairman of the Board, Koc Holding A.S.( Vehbi Koç’un kızı)TR - Yücaoglu, Erkut - Chairman, Tusiad. 1998TR - Bayar, Ugur - Chairman, Privitization Administration (Mehmet Ali Bayar’ın kardeşi)TR - Cem, Ismail - Minister of Foreign Affairs TR - Gezgin Eris, Meral - President IKV (Economic Development Foundation) (İktisadi Kalkınma Vakfı Başkanı) TR - Kirac, Suna - Vice Chairman of the Board, Koc Holding A.S.1997TR. Beyazit, Selahattin. Director of Companies. TR. Bilgin, Dinc. Chairman of the Board, Sabah Yayincilik A.S TR. Ercel, Gazi. Governor, Central Bank of Turkey. TR. Erguder, Ustun. Rector, Bosporus University. 1996 Beyazit, Selahattin. Director of CompaniesErcel, Gazi. Governor, Central Bank of Turkey. Gonensay, Emre (Turkey) Minister for Foreign Affairs 1995 Beyazit, Selahattin. Director of CompaniesHikmet Cetin Dep Pr Min Turkey1994 Beyazit, Selahattin. Director of Companies (TR) Ali Hikmet Alp, ambassador, permanent representative of Turkey to the CSCE. (TR) Rahmi M. Koc, chairman of the board of directors, Koc Holding A.S.1993 Beyazit, Selahattin. Director of CompaniesTR, Talat S Halman; Proffessor of Near Eastern Languages and Literature, New York University (12 Mart’ın Kültür Bakanı, Mevlevi, Defne Halman’ın babası)1992 listesini bulamadım..1991Selatti Boyazit Vhit Halefoglu (Minister of Foriegn Affairs) ugay Ozceri (Minister of Foregn Affairs) (Tugay Özçeri olacak)
****

Gökalp’in Diyarbakır’ı dönemin sürgün yerlerinden birisi olduğu için, dönemin pek çok muhalifi de burada toplanmış durumda. İstanbul’dan, merkezden uzak bu şehir adeta Doğu’nun Selanik’i durumunda ve etnisite olarak da heterojen bir yer. Gökalp, Diyarbakır Vilayeti Maarif müfettişliği yapıyor, İttihat ve Terakki Diyarbakır Şubesi’ni kuruyor, Peyman gazetesinde yazıyor, 1909’da Selanik’te yapılan İTC kongresine üye olarak katılıyor, 1910’da İTC’nin Selanik İdadisi’nde sosyoloji dersleri vermeye başlıyor, 1911’de Gökalp ismini kullanmaya ve Türk Yurdu’nda yazmaya başlıyor ve 1912’de İstanbul’a yerleşiyor. 1919’da Ermeni Kırımı suçlusu olarak Malta’ya sürgün gönderiliyor. Mustafa Kemal’e dilekçeler veriyor, 1923’te milletvekili yapılıyor, CHF’nin dokuz umdesinin hazırlanmasında çalışıyor. (Hamit Bozarslan, M. Ziya Gökalp, Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi)

Ziya Gökalp, kendisini Emile Durkheim’in şakirdi olarak tanımlıyor. İlk sosyoloji çevirisi kitap 1912’de yayınlanan Emile Bougle’nin kitabı ve İlm-i İçtihad nedir ismini taşıyor. Kitabın çevirmeni de tanıdık bir isim : Mustafa Suphi. Kitap, Durheim’in sosyolojisin tanıtan ilk kitap. (Zafer Toprak, Osmanlıda Toplumbilimin Doğuşu, Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, s.312) İlk "telif" sosyoloji kitabı da Ziya Gökalp’in ders notları; bu da tamamen Durkheim’in sosyolojisi ve Durkheim’in sosyolojisinin temel kavramı, opus magnumu olan "toplumsal işbölümü" (aynı zamanda doktora tezi) de Dr. Abdullah Cevdet tarafından çevrilmiş.

Durkheim, toplumu anlamak için üretim ilişkilerini merkeze alan Marx’a karşı toplumsal bilinci öne çıkarır. Durkheim’e göre, toplumsal bilinç, bireylerin inanç ve duygularının bütünüdür; ancak toplumsal bilinç bireylerin geçiciliğinden bağımsız olarak kalıcıdır, bu bilinç toplumda kendiliğinden vardır. Herkes toplumsal görev ve sorumluluklar yüklüdür, aksi takdirde toplumsal bilinç zayıflar Durkheim’e göre.Ziya Gökalp’te bu toplumsal bilinç, şuur olarak bir ülküdür ve millet oluşmasının da temel dayanağıdır.

Dönemin etkin dergisi Yeni Mecmua’da Moiz Kohen’le (Tekin Alp) birlikte yazan Ziya Gökalp, dönemin ideolojisini yansıtan solidarizmin (dayanışmacılık, bağlılık) de yine Moiz Kohen’le birlikte yerli versiyonunun da en büyük teorisyenleri. Solidarizm; sınıf çatışmaşarına yer vermeyen, özel mülkiyetin ve hür teşebbüsün önemine inanan ama ekonomiye devletin müdahalesinin de gerekli olduğunu savunan, laikliği düstur olarak kabul eden bir öğreti. Cumhuriyet’in "imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir milletiz" vecizesi solidarizmin şiar haline gelmiş, formüle edilmiş hali. Toplumsal işbölümü, meslek farklılıkları var, bu başta yazdığımız organik bir dayanışma, "sınıf yok meslek var , hak yok vazife var, fert yok cemiyet var. Durkheim’in bireyi de Gökalp’te kayboluyor ve tam anlamıyla totaliter bir yapı tasavvuru var. Söylediğ söz aynen şöyle : "Dahiler ve kahramanlar dışındaki fertler büyük bir kıymeti hazi değildir." Ziya Gökalp’in kıymeti haiz olarak gördüğü ve en çok methiyeler düzdüğü kişiler de Talat Paşa ve Mustafa Kemal.

Gökalp’in birinci şiarı olan Türkleşk, ırk temeline dayanmayan ama Durkheim’in söylediği tazda, toplumsal bilincin unsuru olarak, bireylerden bağımsız bir "hars" olarak, toplumun değişmez ortak bilinciydi. Bu bilince sahip olmayan örneğin Ermenilerin kırılmasını da bu yüzden canı gönülden desteklemiştir. Gökalp’in modelinde kavimler ve etnik unsurlar millet sayılamayacağı ve bu ayrılık toplumsal bilinç modeline göre Kürtler de asimile edilmeliydi. Durkheim’de toplumsal bilinç için antik çağa gidiş varsa, Ziya Gökalp’te de Orta Asya Türklerine gidiş vardı. Gökalp’in bu geri gidişinin bir modelini de Mussolini, Roma’ya dönerek gerçekleştirmiştir. Ziya Gökalp’in fikirleri, aynı zamanda kitabının da adı olan Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak olarak özetlenebilir. İslamlaşmaktan kastedilen ise şuydu : Toplumsal bilincin unsurlarından biri olan din devlete itaati gerektiriyordu ve din avam tabakanın unsuru olarak işlevsel bir araçtı, denge unsuruydu, dolayısıyla gerekliydi; bu yüzden bugün örneğini yaşadığımız bir din yaklaşımı vardı. Gavura karşı dini kullanmak gerektiğinde en dindar müslüman gibi davranmak. Devletin belirlediği tek bir din modeli dışında kalanlara, örneğin Aleviliğe yer vermemek. Gökalp’in tasavvuru olan ulus-devlet adım adım gerçekleşti; sınıf değil meslek ayrımı, dinler değil din, laikçi-inanç hürriyeti olmayan, milletler değil-Türk Milleti, Batılı değil-Batıcı, vatandaşın devlet için varolduğu, hak değil vazifenin olduğu, bireyin bir değerinin/hakkının olmadığı…

Platon’un modelindeki üstün insan olan filozof-kral (Osmanlıda Allahın yeryüzündeki gölgesi Padişah) bu modelde "dahi ve/veya" kahraman olarak yine hikmetinden sual olunmayan ama bu kez gücünü dünyevi meziyetlerinden alan bir tiran olmuştur.

Tanzimat-İttihat - Cumhuriyet

Gökyüzü - 26 Nisan 2003


TANZİMAT-İTTİHAT-CUMHURİYET ve BERİN NADİ

Berİn Nadi, Tanzimat-İttihat-Cumhuriyet zincirleme üçlemesinde bir simge isim. Gerek bağları nedeniyle kişisel olarak bir simge gerekse de Nadir Nadi’nin ölümünden sonra şahsında özdeşleşen Cumhuriyet Gazetesi’nin misyonu ve kimliği olarak…

Berin Nadi’nin ölümünden sonra, 11 Kasım tarihli Cumhuriyet’teki köşesinde Ali Sirmen, Berin Nadi’nin Celal Sahir Erozan’ın kızı olduğunu söylüyor ve Berin Nadi’den aktararak, Talat Paşa’nın Berin Nadi genç bir kızken evlerine çok sık geldiğini, Talat Paşa’nın Berin Nadi’nin elini öpecek kadar da nazik olduğunu yazıyordu. Cumhuriyet’in merkezi olan eski tarihi bina yani Kırmızı Konak, İttihat ve Terakki’nin genel merkez binasıdır. Bu bina, Mustafa Kemal tarafından Yunus Nadi’ye verilmiştir. ( ) Binanın bulunduğu sokağın ismi olan Şeref ise, İttihatçıların Ermeni Kırımı nedeniyle Malta’ya sürgüne gittikleri geminin adıdır. Cumhuriyet Gazetesi ile İttihat ve Terakki arasında çok yakın organik bağlar var. S. Yalçın’nın kitabında, kitabınının kahramanlarından birisi olan İttihat ve Terakki’nin fedailerinden Yakup Cemil öldürüldükten sonra, yakınlarına iş bulan ve her daim onlarla yakından ilgilenenin Yunus Nadi olduğunun bilgisi var. ( )

Şimdi Berin Nadi’den kendisini okuyalım : " Bir kış günü Gedikpaşa’da doğmuşum. Doğduğum zaman Halide Edip Hanım da oradaymış. Rukiye diye bana göbek adı takmış. (…) Küçükken bir Fransız Matmazel vardı evde. Ondan Fransızca öğrendim. Okumayı bana şair büyükannem öğretti. Sonra Feyziye Lisesi’ne gittim, şimdiki Işık Lisesi. Yaşamımız Hüseyin Rahmi’nin romanları gibiydi. Sütnine, mürebbiye, çalışan kalfa kadınlar(…) Babam Celal Sahir, bir şair kızıyım. Büyükannem Bebek’te Fransız Mektebi’ne gitmiş. Baba evinde zamanın kültür adamları toplanırdı. O vakit Sultan Ahmet’te üç tane böyle edebi ev vardı. Bir Fuat Köprülü’nün evi, bir Ağaoğlu Ahmet Bey’in evi, bir de babamın evi. İlk eşim Mesut Cemil müzisyendi. Sonra Nadir’le evlendim. (…) Nadir’le tanıştık, sekiz sene sonra evlendik. Çok komik ama aşkımız Atatürk İnkılapları üzerinde başladı. Nadir’le Viyana’da tanıştık. (…) Baba evi konak yavrusu gibi bir şeydi. Bir yanda ‘Türk Yurdu’ diye bir mecmua çıkardı. Çok milliyetçi bir mecmuaydı." ( )
Berin Nadi’in babası Celal Sahir Erozan için Kültür Bakanlığı "Celal Sahir Erozan" adında bir inceleme kitabı yayınlamış. Kitapta, Celal Sahir Erozan’nın üç kere evlendiği, Rukiye Berin Nadi’nin de ilk evliliğinden doğan çocuklarından birisi olduğunu öğreniyoruz ( ). Celal Sahir Erozan, milletvekilliği de yapmış, şair, gazeteci ve Türk Dil Kurumu’nun kurucularından ve önemli şahsiyetlerinden birisi. Celal Sahir Erozan, Yunus Nadi ve Nadir Nadi yani baba, eş ve kayınpeder tümü mason. (4) (5)

Berin Nadi anlatmıyor ancak masonlarla bu kadar yakınlığında ilginç şeyler duymuş olması ihtimal, bunu bilemiyoruz. Belki de masonluktaki sır saklama ilkesi dolayısıyla kendisine dahi anlatılmamıştır. Ancak burada dünden bugünü belirleyen önemli bir olgu olan, elitizmde önemli bir köşe taşı masonlukla ilgili bir parantez açayım..

"Mason ham tasi, yani kendisini yontarak küp tas haline, yani gerçek bir Mason haline getirmek zorundadir. Ham tasi yontma sembolü ayni zamanda Süleyman Tapinaginin, dünyanin ilk tas yapisinin insasini hatirlatir. " (www.mason.org.tr/sembol.html)

Nedir Süleyman Tapınağı ?Ağlama Duvarı denen yer yıkılan bu tapınağın kalan tek duvarıdır; Yahudiler bu tapınağa "Bet (h)a Mikdaş" diyorlar ve bu tapınağı tekrar inşa etmek nihai amaçlarıdır. Bu tapınağın taşları ocakta yontularak gelmiştir. Tapınağın yöneticileri Kohenler (Koanim) ve Levilermiş. Pergel, gönye gibi temel mason simgeleri, duvarcı malzemeleri olarak, Hiram’ın kullandığı malzemeler olarak tapınaktan kaynaklanıyor. Masonlar kendilerini Hiram’la özdeşleşitirler ve yardım istedikleri zaman da "yok mu dul kadının çocuğuna yardım edecek" derler. Hiram, dul bir kadının oğludur ve bu tapınağın yüklenicisidir. Hiram, tapınağın inşası sırasında çalışanlar arasında hiyerarşi oluşturuyor (ustad, usta, kalfa çırak vb) ve çalışanların sayısı çok fazla olduğu için ücretlerini almak için geldiklerinde, kimin çırak kimin kalfa vs olduğu anlaşılsın diye her bir dereceye ayrı işaretler, el değdirmeler ve parolalar saptanmış.
Masonluktaki, aşamaların, parolaların, şifrelerin, tokalaşırken parmak tıklatmalarının kaynağı buradan geliyor. Üç kalfa, usta gündeliği almak isterler ama parolayı bilmemektedirler (parola Yehova’ymış ustalar için; Yehova, Tanrı’nın söylenmesi yasak olan ismidir ve gematriası yani harflerinin sayısel değerlerinin toplamı 26’dır) ve bu parolayı öğrenmek amacıyla Hiram’ı sıkıştırırlar ancak Hiram parolayı söylemez ve öldürülür. Masonluktaki sır saklama, ketumiyet, bunun önemi, değeri buradan geliyor. Hiram’ı öldürenler, gömdükleri yerin üstüne de akasya dalları koymuşlar. Mason mabedlerinde ya da logolarındaki akasyanın nedeni bu. Bir de defne dalını "seviyorlar" bunun nedeni de tapınağın kapısının defne dallarıyla kaplı olmasından kaynaklanıyor ve mason mabedlerinde bunu uyguluyorlar. En büyük mason üstadına maşrak-ı azam deniyor; Hiram’ı aramaya çıkan başka üç usta Hiram’ın cesedini bulduklarında, derisi soyulumuş vaziyette, çürümeye başlamış olarak buluyorlar ve bu İbranice bu anlamlara gelen Maşrak diye bağırdıkları için, bundan sonra usta parolası Yehova değil (İbranilikte Yehova demek yasak ve büyük günah oluyor) maşrak oluyor. Hiram’ın cesedi toprağa verilirken, ustalar, Hiram’ın kanı üstümüze sıçramadı biz temiziz anlamında beyaz önlük ve beyaz eldiven giyiyorlar. Mason törenlerinde eldiven ve önlük takılmasının nedeni de bu. Masonlar isimlerinin yanına üçgen şeklinde üç nokta koyuyorlar. Bunun nedeni de, Hiram’ın cesedini bulan üç usta ve bu üç sayısı, üç nokta, üçgen vs; bilim, hoşgörü ve doğruluk olarak simgeleniyor. Buraya kadar özetlediğimiz bu şeylerin hepsi, İslam mistikliği için de geçerli; örneğin en büyük iki tarikat olan Bektaşilik ve Mevlevilikte de sayı mistikliği, özel kıyafetler, sır tutma, gizlilik, hiyerarşi yani dereceli sistem, özel selamlaşma biçimleri (haricinin anlamayacağı şekilde) ve yine özel yani gizli tanışma, birbirlerini anlama yolları var. (6)

Bir ara not olarak belirteyim :İttihat ve Terakki’nin selamlaşma biçimi de masonluktan alınmadır. Sağ elin üç parmağını büküp hilal şeklinde kalbine götürme, ben İttihatçıyım demekti. Yine, parola-şifre olarak da muin ve hilal kullanılmıştır. El kalpteyken, mim, ayn, ye yani muin’in harfleri söyleniyordu. (7) Muin, muavin, yardım eden demektir.

Berin Nadi’nin hayatındaki kişiler ya da bağları sadece kendisi için değil ülke için de önemli isimler. Bu kişilere değinerek devam edeceğiz zaten. Örneğin, Celal Sahir’in paşa babasının eniştesinin kim olduğu önemli. Enişte Bey, ünlü Fuat Paşa’ymış ve Celal Sahir’in babası, eniştesinin yanında büyümüş. Larousse, Fuat Paşa’nın Mevlevi olduğunu yazıyor, bu da ilginç bir olgu. Fuat Paşa, Keçecizade Fuat Paşa olarak tanınıyor ve babası da Şair Keçecizade İzzet Molla. Fuat Paşa, hariciye ve hazine nazırlığı da yapmış ve sadrazam olmuş. Bir diğer bilinen özelliği de Galatasaray Lisesi’nin kurucusu olması. Fransa yandaşı, Fransızcı olarak biliniyor. Hür ve kabul Edilmis Masonlar’ın İnternet Siteleri’nde, (www.mason.org.tr) "Meşhur Masonlar" olarak gururla ilan ettikleri isimlerden birisi ve listede aynen şöyle geçiyor : Fuat Pasa (1815-1869) Sadriazamİlhami Soysal da çok değerli araştırmasında Fuat Paşa için mason diyor. (s. )
Fuat Paşa, bir ülkede iki kuvvet olur deyip birincisi olarak padişahın kuvvetini diğeri olarak da halkın kuvvetini kastederek ve bizde halk kuvveti olmadığı için, padişaha karşı büyükelçiliklerden yararlanmayı savunarak, bu tür siyasete tarihe geçen ünlü deyimiyle "pabuçcu muştası gibi yandan vurmak" diyor. (8) Fuat Paşa, dönem olarak Tanzimat’ın ve yön olarak da batılılaşmanın en önemli isimlerinden birisi. Bugüne yön veren üç ünlü paşadan (diğerleri Reşit ve Ali Paşa’lar) da birisi. Fuat Paşa’ya göre terakki için Garp’ın kurumlarını ve ilkelerini benimsemeliydik. (9)

Fuat Paşa’nın sadece masonluğu değil Mevleviliği de önemli; tarikat olarak konumuz bağlamında sadece Mevlevilik değil Bektaşilik, Melamilik, Nakşibendilik de önemli ancak Mevlevilik resmi ideolojinin dünden bugüne en hoşgörülü baktığı tarikat oluşuyla da ayrı bir önem taşıyor. Yukarıda masonluğa bir parantez açmıştık ,Mevleviliğe de vurgu yapmak için bir parantez gerekiyor gerek gücü ve etkisi nedeniyle gerekse masonluk ile inanç,simge ve ritüel paralelliği nedeniyle… Mevlevilik ile Masonluk o kadar benzeşen, mistik ve batıni (içrek,ezoterik) yapılanmalar ki, benim de aşağıdaki uzun parantezin yazımında oldukça yararlandığım, A. Nevzat Odyakmaz "Bektaşilik, Mevlevilik, Masonluk" isimli kitabında, kitabın isminden de anlaşılacağı gibi, ortaklıkları ve paralellikleri anlatılmış.

*************

Mevlevilik (aynı şekilde Bektaşilik de) masonlukla pek çok yönden benzeşiyor. Simgecilik, gizlilik, giyim-kuşam, felsefe, dereceli sistem, selamlaşma ve tanışma, toplantı yer ve yöntemleri olarak, oldukça uzun ve yukarıda değindiğim gibi başlıbaşına bir kitap konusu. Bunlardan bir-kaç önemli gördüğüm paralelliğe değineyim.

Sema esnasında her hareketin kutsal bir anlamı vardır ve Mevlevi tarikatinin ayini olan sema’nın temel hareketi olan dönme (ki Mevlevilikte buna çark atmak deniyor) Tanrı’nın ışığını her yönden almayı simgeliyor. Mevleviler, teşekkür ya da takdir belirtirken "nur ol" derler. Nur, tasavvufta Allah’ın isimlerinden biridir.Mevlana şöyle diyor : "Sema nedir bilir misin ?Varlıktan sıyrılıp kendinden geçerek,Mutlak fena içinde beka tadı almaktır"

Burada, fena, benliğin Allah için yitirilmesi; beka ise ölümsüzlük, kalıcılık demektir.

"Ben, Muhammed’in nuru sırrına dayanarak derim ki,Tanrı tamamiyle zevktir; tatmayan anlamaz"

Masonlara göre masonluk dışındaki dünya karanlıktır ve masonluğun amacı kişiyi ışığa ulaştırmaktır. Masonlukta ışık kavramının çok özel bir önemi vardır ve onlar, mason kardeşlerini "masonik ziya"ya ulaştırmayı amaçlarlar. Masonik ziya ebedi ziya’dır yani ölümsüz, kalıcı bir ışıktır ve bir mason ebedi ziya ile nur’lanır. Masonların (Hür ve Kabul Edilmiş Masonların) İstanbul’daki binası da zaten Nur-u Ziya Sokak’tadır yani bu sokağa kendi öğretilerinin ana kavramını isim olarak verdirmişlerdir. Mason olmak isteyenlerin yemin ettiği kürsünün etrafında meşaleler bulunuyor ve mason mabedindeki ışıkların anlamı var. Bu ışıklardan dış evreni simgeleyen ışıklar "Kainatın Ulu Mimarı" yani dış evreni de yaratan ortada bulunan üç meşaleyle simgeleniyor. Gerçek evren dedikleri yani masonların aradıkları, idealleri olan evren ise locanın en büyük üstadı olan ve nazır seviyesinde bulunanların oturduğu yerlerdeki meşalelerle simgeleniyor. Masonluk, bir yeni doğuşu simgelediği için mason, masonluğa girdikten sonraki yaşı kadar yaşamış sayılıyor. Ayrıca mabedin yönleri aynen Hz. Süleyman’ın tapınağında olduğu gibi, bu yönlerin anlamları da oradan geliyor zaten, özel anlamlara sahip ve bu yüzden her yöndeki duvarlara ayrı simgeler yerleştiriliyor. Şark duvarında bir göz resmi ve altında da ışık saçan yıldız var ve bu ışık saçan yıldız da masonların Tanrı karşılığında kullandıkları "Kainatin Ulu Mimarı"nı simgeliyor.

Mevlevihanelerin büyük olanına asitane küçük olanına ise tekke ya da zaviye deniyor. Asitanelerde matbah-ı şerif denen bölüm (buraya ancak görevliler ki can deniyor ve üst düzey Mevleviler girebiliyor) var ve burada mutfak ve törenlerin yapıldığı meydan- şerif bulunuyor ve meydan-ı şerife de tören zamanı dışında görevli ve üst düzey olanlardan başkası giremiyor. Meydan-ı şerifte ortada kırmızı bir post duruyor ve hiyerarşik olarak en üst düzeyi temsil ediyor. Şeyh, Mevlevihane açabilecek dereceye gelmiş Mevlevi dedesine verilen isim. İkinci postun rengi ise beyaz ve Meydancı Dede’ye ait. Meydancı Dede, meydan işlerini gören kişi ve şeyhin postunu da ancak o seriyor ve kaldırabiliyor. Meydan- şerifte duran ücüncü postun rengi siyah ve Kazancı Dede’nin postu. Kazancı Dede, mutfakta yardımcı durumdaki kişi.
Peki bu renk simgeciliği ve renklerin hiyerarşisi nereden geliyor ?

"Simya, değersiz madenlerden altın yapma işlemi." İçrek bir öğreti olan simyanın tinsel düzlemdeki amacı ise, sıradan insanı ‘tinsel’ insana dönüştürmektir. (…) Simyanın sonul amacı Büyük yapıtı gerçekleştirmektir. Bu sürecin üç aşaması, Kara Yapıt, Beyaz Yapıt ve Kırmızı Yapıt’tır.(…)Kara Yapıt : Maddenin ilk dönüşüm aşaması; çözülme ve damıtılma aşaması.Beyaz Yapıt: Ögeler kaynaşarak gümüşsü ya da aysı duruma gelirler; bu durumda maddenin tüm renkleri beyazda birleşir. Kırmızı Yapıt: Elde edilen maddenin gümüşsu duruma geldiği son aşama." ( )

Mistik genel olarak, zahiri değil batıni olanlardan anlamlar çıkarır ve Tanrı’yı böyle kavrar, böyle ulaşmaya çalışır. Bu ulaşma da derece derece, hamlıktan pişkinliğe giderek, kemale ererek olur. Masonlukta iki ayrı rit (çalışma sistematiği) var : Kırmızı ve Mavi Rit.Bizdeki masonlar kırmızı masondur yani İskoç Riti’ne göre örgütlenmişlerdir. Masonların toplandıkları yer olan mabedlerde girişte mutlaka iki sütun bulunur. Bu iki sütün Süleyman Tapınağı’ndan alınma semboller, Süleyman Tapınağı’nda bu sütünlar yıkılmadan önce dururmuş. Süleyman Tapınağı yapılırken aletler, belgeler ve işçilerin ücretleri de bu iki tunç sütunun içinde saklanırmış. Bu iki sütundan birincisine (B) deniyor ve şimal yani kuzey sütunu olarak biliniyor. İsmi Rut(h)’la evlenen Boaz’dan geliyor .Rut’un, Yahudiliğe dönüş yapan Moavlı kadın olarak Yahudi Tarihi’nde özel bir önemi var; Rut’un oğlu Kral David’in (Davut) babası. Elimele kuraklık nedeniyle Moav’a gidiyor ve orada evleniyor. Elimele ölünce eşlerinden Rut(h) kayınvalidesini (Naomi) yalnız bırakmıyor ve onun dinini de benimsiyor. Rut(h) daha sonra Boaz’la evleniyor ve bu evlilikten doğan çocuk Oved, David’in büyükbabasıdır. B Sütununun rengi kırmızı ve Boaz’ın Rut ile evliliğinden doğan çocuklardan peygamber çıktığı ve soy ilerlediği için B Sütunu erkek cinsel organını temsil ediyor.

Diğer sütün ise Jakin(J) Sütunu, rengi beyaz ve kadın cinsel organını temsil ediyor. Bu sütün cenup yani güney sütunu olarak biliniyor. Mason mabedindeki örneğin siyah renk de malkut’u yani kırallığı temil ediyor. Jakin Sütunu sefirotlardan netzah’ı (sonsuzluk) temsil ediyor; Boaz ise hod (görkem) sefirasını . Yahudi mistisizminin temel kitabı Kabala’ya göre Tanrı, evreni yaratırken her birine sefira adı verilen 10 aşamada yaratıyor. Kabala’ya göre İbranicedeki 22 harf ve 10 adetten oluşan sefirotun harfleri insan bedeninin bölgelerini, organlarını temsil ediyor. Kabalacılar ise aynen zikir gibi bir meditasyon yapıyorlar. Önce üç baba denen, üç İbrani harfini bilmek gerekiyor; bunlar : yod, he, vav.Bu harflerin okunuşları dört yöne ve aşağıya yukarıya olmak üzere altı adet permütasyonu söylererek zikir başlıyor. Daha sonra Kabala’da belirtilen hayat ağacı ya da sefirot (sefira’nın çoğulu, sefiralar) ağacı denen 10 adet kavramı temsil eden oldukça uzun söz ve hareketlerle kendinden geçme başlıyor. Bu 10 kavram, Adam Kadmon’a yani mükemmel insana ulaşma durumuna geçmek için yapılıyor ve bu duruma "şiur hohma" yani akıl ve bilgelik ruhu deniyor. Kabalacılar, diğer mistikler gibi zahiri değil ancak batıni olarak metafizik olanın anlaşılacağını ve bunun için de gerek teorik gerekse de pratik eğitimin zorunlu olduğunu söylüyorlar.(11) (12)(13) (14)

Berin Nadi, "iyi doğmuş" birisi olarak "sıradan" birisiyle evlenemezdi; ilk seçtiği eşi de kendisi gibi "iyi doğmuş" birisiydi elbette ve ilk kayınpederi de (Tanburi Cemil Bey) ikinci kayınpederi kadar meşhur birisidir. İlk eşi Mesut Ekrem Cemil Tel de, Berin Nadi’nin simgelediği Tanzimat-İttihat-Cumhuriyet sürekliliğinde egemen ideolojinin kültür dünyasında, modernleşmenin radikal örneklerinden biri olan radyoda alaturka müzik yasağında bir "misyon" sahibidir. Modernleşmenin kültür hayatında geçmişten yani modern-olmayan’dan kopuşun önemli ve keskin bir dönemeci olan bu örnek ile örneğin savunucuları önemlidir.

"Ve son olarak, bütün resmî uygulamalar ve tercihlerden Türk musikisi şefi olan Mesut Cemil Tel sorumlu tutulmaktadır. Ünlü musiki üstadı Tamburî Cemil Bey'in oğlu olmasından başlayarak, kötü muamelelerden, disipliner ve otoriter kişiliğine kadar Mesut Cemil, alafranga-alaturka musikisi tartışmalarının merkezindedir: "Türk musikisinin silinmesine gayret sarf edenlerin başında eski bir Türk musikisi üstadı babanın oğlu Mesut Cemil gelmektedir". Bir yazıdaki iddiaya göre Mesut Cemil, radyodan ayrılmak isteyenleri ikna etmek isteyen umum müdürüne karşı çıkarak şöyle diyecektir: "Aman efendim, hepsi gitsin siz korkmayın, ben keman çalarım, ut çalarım, tambur, kanun ve lavta çalarım. Eksikliklerini hissettirmeyiz. Biz işi yürütürüz". (…) Mesut Cemil, yalnızca bu tartışmalarda değil uzun yıllar musiki ile ilgili bütün yazı, yorum ve iddialarda ismen, çoğunlukla da olumsuz bir biçimde geçecektir. Bir gazinoda öfkeli bir dinleyicinin ayağa kalkarak "Mesut Cemil gelsin de görsün! Türk musikisine ihanet ettiğini, babasının ruhunu da tazip ettiğini hiç düşünmüyor mu acaba" dediği gazetelere geçecektir." ( )

Kayınpeder Tanburi Cemil Bey’in babası Mehmet Tevfik Bey; Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca biliyor. Vali muavinliği, Tahran’da sefirlik ve ceza mahkemesi hakimliği yapan üst düzey bir bürokrat. Cemil Bey’in büyük ağabeyi Reşat Bey, Bektaşi ya da Melami olduğu söylenen mistik bir kişilik. Amcası Refik Bey, Fikret Karakaya’nın ifadesiyle "bir tanzimat tipi" olarak, Cemile Sultan’ın kahyası, Ticaret Genel Müdürlüğü, Emniyet Sandığı ve Şirket-i Hayriye Yönetim Kurulu Üyeliği, Borsa komiserliği yapmış, Yüksek Ticaret Okulu’nu kurmuş ve iddiaya göre II. Abdülhamit tarafından zehirlenerek öldürülmüş. ( ) Çizilen portre ile Berin Nadi’nin misyonu tam örtüşüyor.

Bu tabloda, ilk eş Mesut Cemil Tel’in de tablonun tamamlanması için mutlaka mason olması gerekiyor ve evet Mesut (Ekrem) Cemil Tel de mason. ( )
*****

Abalızade Haci Halil Efenedi’nin oğlu olarak 1879 yılında Fethiye’de doğdum. İlk tahsilimi orada yaptım. Sonra Rodos Adası’na gittim. Orada sürgün hayatlarını geçirmekte olan Ahmet Mithat Efendi’yle Ebüziyya Tevfik’in kurdukları Süleymanite Medresesinde okudum. Medreseyi bitirdikten sonra İstanbul’a gelerek Galatasaray Lisesine ve Hukuk Mektebine devam ettim. Gazeteciliğe büyük hevesim vardı. Baba Tahir’in ‘Malumat’ gazetesinde çalışmaya başladım. (…) Bense Rodos’ta Süleymaniye Medresesindeki tahsilim sırasında etkisi altında kaldığım istibdat karşıtı, meşruti, özgür düşünceden yana biriydim. Bu yönüm kısa süre sonra bana da Abdülhamid istibdatının sürgün yollarını açacaktı. Nihayet 1901’de hem gazetecilik faaliyetimden, hem de gizli cemiyete katılmak suçundan 3 yıl Midilli’ye sürgün cezasına çarptırıldım. (…) Meşrutiyet’in ertesi yılı Cemiyet yöneticilerinin çağrısı üzerine ailemi, çoluk-çoğumu da toplayarak Selanik’e gittim. " ( )

Özgür düşünceli olduğunu söyleyen Yunus Nadi, Cumhuriyet vasıtasıyla Hitler’e verdiği destek nedeniyle Yunus Nazi olarak anılmadan önce, cemiyet dediği İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Selanik’te çıkardığı "Rumeli"nin baş yazarı da oluyor. Daha sonra da "Tanrı" yürü ya kulum dediği için Aydın mebusu olacak, Ebüziyya Tevfik’le bir kez daha yolları kesişecek ve gazetesinde önce yazar, daha sonra değineceğimiz çok önemli bir ailenin mensubu olan Ebüziyya Tevfik’in ölümü sonrasında da başyazar olacaktır. Mustafa Kemal ile de Selanik’te tanışmışlar. Cumhuriyet’in künyesinde kurucusu olarak sadece Yunus Nadi’nin ismi var, ama bir kurucu daha var ve o da çok meşhur birisi : Zekeriya (Mehmet) Sertel. Yazılarını ve kitaplarını beğeniyle okuduğum Gündüz Vassaf’ın dayısı Zekeriya Sertel uzun bir sürgün sonrası 70’li yıllarda Milliyet’te yayınladığı anılarında Nazım Hikmet için bazı TKP’lilerin hoşlanmadığı şeyler yazdığı için taşa tutulmuştu. Gündüz Vassaf, annesinin ağzından dayısının Yunus Nadi ile bir yolsuzluk yüzünden ters düştüğünü yazıyor. ( )

Şimdi halkalar içiçe ve hep de içiçe kalacak, şöyle ki : Yunus Nadi, Berin Nadi’nin kayınpederi Mehmet Zekeriya Sertel’le Cumhuriyet’i çıkarıyor. Berin Nadi, Halide Edip’in kucağına doğmuş; Halide Edip, Sertel çiftini ABD’ye Columbia Üniversitesi’ne kendi kesesinden verir gibi tamamen keyfi olarak devlet bursuyla gönderiyor. ( ) Cumhuriyet’in merkez binası yani Kırmızı Konak, İTC’nin merkezi ve Talat Paşa, Berin Nadi’lerin evine gelip gidecek kadar yakınlığı var. Ancak bitmedi, Zekeriya Mehmet ve Sabiha Sertel çiftinin nikah şahitleri Talat Paşa ve Tevfik Rüştü Aras. ( ) Rüştü Aras ve Yunus Nadi "sahte" TKP’nin kurucularından. Tevfik Rüştü Aras, Kırmızı Konak’ı Yunus Nadi’ye veren Mustafa Kemal’in eşi Latife Uşaklıgil’in akrabası. ( ) Tevfik Rüştü Aras aynı zamanda Dr. Nazım’la ve Menderes ile de akraba; Fatin Rüştü Zorlu’nun da kayınpederi.Bütün bunları açacağız, ancak Uşaklıgil isminde durmamız gerekiyor.

"Halit Ziya Uşaklıgil'in torunu. Emine Uşaklıgil Kopenhag Kahire Washington ve Paris'te görev yapmış bir büyükelçinin Bülent Uşaklıgil'in kızıdır. 1975 yılında Ayrıntılı Haber gazetesinde gazeteciliğe başladı. 1977 yılından sonra Cumhuriyet gazetesinde çalıştı.Son olarak Yeni Yüzyıl gazetesinde yazdı. Emine Uşaklıgil, Osmanlı hanedanından bir prensle evlendikten sonra boşandı ve İsviçre'den Türkiye'ye geldi.Bilahare Asaf Savaş Akat’la evlendi, boşandı. (…) Türk basını deyince akla gelen ailelerden olan Abalıoğlu Yunus Nadi'nin, diğer taraftan da ünlü edebiyatçımız Halid Ziya Uşaklıgil'in torunu olan Emine Uşaklıgil, (…) Emine Hanım baba tarafından Aşk—ı Memnû'nun yazarı Halid Ziya Uşaklıgil'in torunudur. Halid Ziya Uşaklıgil ile Atatürk'ün eski eşi Latife Hanım'ın (Latife Uşaklı'nın diğer kızkardeşi Vecihe Hanım da Osmanlı'nın son seraskeri Müşir Mehmet Rıza Paşa'nın oğlu Süreyya İlmen'le evlenir. Onun işadamı oğlu Erdem İlmen ise İsmet İnönü'nün yeğeni —kardeşinin çocuğu— Mutlu Temelli ile birleştirir hayatını. Süreyya İlmen'in İngiltere'de tekstil işi yapan torunu Birgül İlmen ise, eski cumhurbaşkanlarından Fahri Korutürk'ün eşi Emel Hanım'ın yeğeni ekonomist Ömer Aral'la evlenir) babası Muammer Bey kardeş çocuklarıdır. Halid Ziya Uşaklıgil, Meclis—i Ayan Reisi Emin Ali Efendi'nin Boşnak kökenli Fahriye Hanım'la evliliğinden doğan Memnune Hanım'la evlenir. Çiftin bu evliliklerinden Vedide, Bihin, Güzin, Sadun, Vedat, Bülent adında çocukları olur. Vedide, Güzin ve Sadun erken yaşta vefat eder. Emine Hanım'ın da babası olan Bülent Uşaklıgil hariciyeci olmayı koyar kafasına. Olur da. Bülent Bey, 1933'te Abalioğulları'nın kızı Leyla Hanım'la evlenir ve eşiyle birlikte Fethi Okyar'ın Büyükelçi olduğu Londra'ya gider. Nadi ve Uşaklıgil Leyla Hanım, çiftçi Abalıoğlu ailesinden bir ara tapuda çalışan Fethiyeli Abalızade Halil Efendi'nin Ali, Sadık, Ömer, Abdullah, Gülsüm, Mehmet Yunus Nadi adındaki çocuklarından en sonuncusunun kızıdır. Atatürk'ün emri ile Cumhuriyet gazetesini kuran Yunus Nadi'nin hayat hikâyesi biraz da Türk basın tarihinin hikâyesidir aslında. 1879'da Fethiye'de doğan İttihatçı ve milliyetçi Yunus Nadi, —öncesinde de başka gazetelerde çalışır fakat— 1920'lerde Yeni Gün gazetesini çıkarır. Atatürk'ün teklifi ile Hakimiyet'i Milliye ile Yeni Gün'ü birleştirerek İttihat Terakki'nin binasında 1924'te Cumhuriyet adıyla yayınlamaya başlar. (…) Nazime—Yunus Nadi çiftinin ilk çocukları Nadir Nadi (Berin Nadi ile evlenir) Cumhuriyet'in bir numaralı hakimi olarak tanınır. 1969'da vefat eden küçük oğlu Doğan'ın (Mary Elizabeth ile evli idi. Suzan ve Mina adında iki çocuğu oldu.) dışında çiftin son çocukları olan Nilüfer Hanım avukat Niyazi Nun'la evlenir (Onlar da iki çocuk sahibidir: Lâle ve Ali). Fransız ekolünden Leyla—Bülent Uşaklıgil çifti Fransa'ya geçtiklerinde ikinci çocukları Emine (birincisi Zeynep, Türkiye'de doğar. Amerikalı Homer Lange ile evlidir.) dünyaya gelir. Küçük Emine Türkiye'ye ilk defa henüz birkaç aylık iken gelir. (…) Ankara'da oturduğumuz ev de bugünkü İsrail sefaretinin binası idi. Büyük bir bahçe içinde ve güzel bir ev." Emine, bilinçlenmeye başladığında yine yurtdışında bulur kendisini. Bülent Uşaklıgil, bu sefer büyükelçidir. (…) Menderes, Fatin Rüştü ve Hasan Polatkan asıldı. O tarihte Washington Büyükelçisi babam. Amerikan yönetimi Menderes'in asılmaması için büyük bir çaba harcıyor. Menderes asıldığında babam bir kalp krizi geçiriyor. (…)Emine Uşaklıgil, Paris Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisidir artık: "İlginç ve hareketli yıllar. Sinema arada bir depreşti, Cumhuriyet gazetesi öncesinde ve sonrasında." Oktay Akbal: Yeğenin niye Cumhuriyet'te değil? Emine Uşaklıgil, Türkiye'ye geldiğinde yıl 1966'dır: "1967'de Cumhuriyet'te çalışmaya başladım. Muhasebede bir süre kaldıktan sonra dış haberler servisinde çalıştım." Mehmet Barlas'ın başında bulunduğu dış haberler servisinde Ergun Balcı ile birlikte üç kişidirler. 1969'a gelindiğinde Emine Uşaklıgil, —daha sonra ikincisi de olacaktır— ilk evliliğini yapar: (…) ayrıldıktan sonra Onat Kutlar, Hasan Karabey ve Osman Kavala ile birlikte İFA(İstanbul Film Ajansı)'na katılarak depreşen sinema hevesini yatıştırmaya çalışan Emine Hanım, bir süre hem film dağıtımı yapar hem de Alkazar Sineması'nı işletir. Daha sonra Yeni Yüzyıl'daki yazıları ile basına tekrar dönen Emine Uşaklıgil, devam ettirdiği gazeteciliğini bugün de internette sürdürmektedir. Helsinki Yurttaşlar Derneği üyesi olan Uşaklıgil, rüzgar sörfünün yanında bahçe işleri ile de uğraşmaktan hoşlanmaktadır. Emine Hanım, babası Bülent Uşaklıgil'in dışında halası Bihin Hanım, Cumhuriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Üyesi ve Hukuk Müşaviri Nihat Türel ile Yönetim Kurulu Başkan Vekili Reşat Atabek'in üzerindeki emeklerini unutmuş değildir." ( )
Çocukken, Mustafa Kemal’in Uşşakizade Latife Hanım’la evlendiği köşkün mermer merdivenlerinde oynardık. Şimdi Özel Türk Lisesi içinde kalan bu köşkün sahibi Uşşakizade Muammer Bey, bir dönem İzmir Belediye Başkanlığı da yapmış zengin bir kişi. Latife Hanım da İsviçre de okuyacak kadar burjuva ve modern bir ailenin kızı. Köşklerinden sahile doğru indiğinizde Sadıkbey isimli otobüs durağına gelirsiniz; durağın ismi, Latife Hanım’ın kardeşi Sadık Bey’in yalısının burada olmasından geliyor.

Cumhuriyet’in Makedonya geneli, Selanik özeliyle çok yakın ve günümüze kadar süren bağı var. Ergun Balcı tıpkı Berin Nadi gibi Işık Liseli ve bir başka Işıklı ve Cumhuriyet’te de yazmış olan İsmail Cem’in kuzeni ( ) Bütün hayatı boyunca sadece Cumhuriyet’te çalışan karikatürist Ali Ulvi de İsmail Cem’in ablasıyla evliydi. ( ) Ali Ulvi de, Ergun Balcı da, artık İpekçi soyadını kullanmayan İsmail Cem de, Emine Uşaklıgil’in bahsettiği Atabek de Selanik kökenliler. 1878 Osmanlı - Rus Savaşı sonrası bölgede Berlin Konferansı’nda alınan karar sonucu bir müfettişlik kuruluyor ve bu müfettişlik, Müslüman olmayanlarını koruyordu ve bu durum Selanik’te masonluğun serbetstçe açılması ve yayılması sonucunu doğurmuştur. Selanik, ilk mason locası açılan Osmanlı şehriydi. ( )

"Mozart’ın en büyük üç operasının konuları ile Fransız Devrimi’nin sloganları arasında koşutluk görülmüştür. Saraydan Kız Kaçırma’nın konusu özgürlük, Figaro’nunki ise eşitliktir. Mozart son operası Sihirli Flüt’te ise kardeşlik mesajı ile slogan üçlemesini tamamlamıştır." ( )

1789’un asıl ve en büyük etkisi milliyetçilik olmuştur ve milliyetçilik, Fransa’dan dalga dalga yayılmaya başlamıştır. Jön Türkler’in ismini aldığı Jön Avrupa Giuseppe Mazzini isimli bir masonun önderliğinde bir örgüttü ve çalışma yeri olarak da mason localarını seçmişti. Masonlar, Avrupa’da monarkların karşısına çıkan hareket ve örgütlere destek veriyorlardı. Masonluğun karşısına dikilen en büyük isim de, bugünkü Avrupa’nın mimarı kabul edilen Mettenernich olacaktı. Metternich karşısında gizli örgüt Carbonari devereye girecek ve masonlarla bütünleşecektir. Fransa’da oluşturulan Carboneri, Bourbon Hanedanı’na karşı tamamen masonlardan oluşan bir kadroyla kurulurken İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) de örgütlenme yapısı olarak Carbonari’yi dolayısıyla masonları örnek model olarak alacak ve elbette İTC’nin önderleri de masonlar olacaktı. ( ) Monarşiye karşı cumhuriyet (bizde önce meşrutiyet) monarkın gücüne karşı gizli örgüt, devletin aygıtlarına karşı masonik örgütlenme modeli vardı. Dönemin felsefesi pozitivizimdi ve bilime tapılıyordu, aydınlama sonrası pozitivizm ve zincirin devamı olarak modernleşme ortaya çıkmıştır. İttihat ve Terakki’nin ismi de zaten Pozitivizmin babası A. Comte’un ,Ordre et Progress’inden geliyor. Fransız Devrimi’nin ünlü sloganları da, sloganları oluyor. Pozitivizm, İttihatçılık, sonra Cumhuriyet ideolojisi çakışıyor.

***********
Cumhuriyet’e değinirken gazetenin en güçlü ismi olan Uğur Mumcu’ya değinmeden olmaz. Babası Tapu Kadastro Genel Müdürü olan ve Güldal Homan’la evlenen Mumcu, Selanikli değil ancak anne tarafından Yanya ile bağı var. "...Babamın babası, Albay İbrahim Ethem. Anneannem, Ankara'nın Oğulbey köyünden. Dedemin Babası, Mumcu Halil Ağa. Mumcu Halil Ağa Zengin bir adammış. Büyükdedem Halil Ağa'nın Ankara'da Eryaman köyünde geniş bir çiftliği varmış. Annemin babası da Ankaralı: Ağır ceza yargıcı İbrahim Ethem Peksimetçioğlu. Annesi, Yanya'da Oruç bey ailesinden. Anneannem, eski Meclis başkanlarından Abdülhalik Renda ile kardeş çocuğu. ." Abdülhalik Renda da mason ( ) ve Renda’nın akrabaları da epey ünlü kişiler. Aşağıda uzun sayılabilecek bir alıntı var, alıntıda geçen isimler çok önemli o yüzden alıntıyı ancak bu kadar kısaltabildim. Bu isimlerin hepsi eupatrid saydığım kişiler. Aşaıdaki alıntıda ismi geçen Kazım Taşkent çok önemli bir isim, kurucusu olduğu banka (Yapı ve Kredi) ve kendisi hakkında yazılan bir başka kitaptan kayınpederinin de Faik Paşa olduğunu öğreniyoruz. ( )"Yanya’nın ilk Belediye Başkanı Mehmet Emin Efendi’nin üç oğlu vardır. Mehmet Emin Efendi’nin eşi anneannemin halası,yani Namık (Bülkat) Efendi’nin kız kardeşidir. Çocukları Esat (Bülkat), Vehip (Kaçi) ve Nakiyeddin. Esat ve Vehip Paşalar I. Dünya Savaşı sırasında Yanya’nın savunmasını üstlenmiş kişilerdir. Nakiyeddin ise Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu Kazım Taşkent ve kızkardeşi Rabia (Adakan) Teyze’nin babalarıdır. Esat ve Vehip Paşalar ilk ve orta öğrenimlerini Yanya’da gördükten sonra Kuleli Askeri Okulu’nda okumuşlar ve Yanya Kolordusu’nda görev almışlardır. Esat Paşa Yanya’da yapılması gerekli siyasal, askeri, idari, bayındırlık ve maarifle ilgili önlemleri ayrıntılı bir biçimde layiha olarak yazmıştır. İleri görüşleri Abdülhamit tarafından pek hoş karşılanmamış olmalı ki İsmail Arar’a göre bu süre Acıbadem’deki köşkünde gözaltında tutulmuştur. (…) Vehip veEsat Paşaların Acıbadem’de ayrı ayrı konakları bulunuyordu. Esat Paşa’nın konağı ailedeki düğünlerin yapıldığı yer olmuştur. Anneannem Zahu ve kardeşi Nesimuş (Nesime Akdoğan) burada evlenmişlerdir. Diğer halalarının kızı olan Makbuluş (Makbule teyze) bu düğün gecelerinde oynanan sirtoları (sirtaki tipi dans) gevrek kahkahaları ile anlatır, biz çocukları bol bol güldürürdü. Esat Paşa’nın Balkanlar’daki karışıklığı bilmesi, ailenin hemen harp öncesinde İstanbul’a göçmesinde etken olduğunu gösterir. Bu dönemde Yanya’dan çok sayıda aile göç etmiştir. Bir kısmı İzmir’e, bir kısmı İstanbul’da Pendik’e yerleşmiştir. Son kalanlar ise içinde Esat Paşa’nın da bulunduğu 1924 Mübadele Komisyonu kararıyla gelmiş olmalıdır. (…)Dinolar ise Manisa’ya yerleşmiş. Ankara’da yaşayan dostum Hediye Dino’nun anlattıklarına göre ailenin başı Yusuf (Dino) Paşa ile Ressam Abidin Dino’nun babası kardeşlermiş. Yusuf Paşa’nın kızı Fahriya Hanım ise Hediye’yi büyüten halası. Kocası asker doktor Hamit Abidin ise Esat Paşa’nın kızkardeşinin oğluymuş. Yanya’dan İstanbul’a göçlerden önce de gelenler olmuş, örneğin babamın babası. Yanyalı genç Aziz Efendi, akrabaları veya tanıdıkları aracılığıyla İstanbul’lu olan babaannem ile evlenmiş. Servet-i Fünun edebiyatına konu olabilecek romantik bir yaşamları olmuş. Babaannemin babası Abdülhamit’in sürre emiri imiş, yani padişah yerine hac görevini yerine getirirmiş. Beylerbeyi’nde yaşarlarmış, baba kütüğümüz halen İstovdoz Mahallesi, Küplüce Sokak’tır. Genç Aziz Efendi’ye Bab-ı Ali’de bir katiplik görevi bulunmuş ve böylece büyükbabam saray bürokrasisine girmiş. Babaannem eşini o kadar çok sevmiş ki, Aziz Efendi geceleri geç çalıştığı için, hele sisli havalarda Beylerbeyi’ne dönmesi zor oluyor diye, babasına Aksaray’da bir konak aldırmış. Babaannem yorulmasın diye, günaşırı Beylerbeyi’nden Aksaray’a sandalla yemek giden bu büyük ev, yüzyıl başındaki ünlü Aksaray yangınında yanıp kül olmuş.

İzzettin Çalışlar ve Abdülhalik Renda ile beraber ailenin Cumhuriyet dönemindeki katkıları görülmeye başlanır. Aziz Efendi ve İzzettin Paşa’nın babaları Ataullah ile Abdülhalik Renda’nın annesinin babası Ali kardeştirler. İzzettin Çalışlar, Milli Mücadeleye Atatürk’ün silah arkadaşı olarak katılırken, Abdülhalik Renda da yeni kurulan hükümetlerde yer almış ve ayrıca Meclis başkanlığı da yapmıştır. Münevver Teyze’ye göre Cicianne (Kevser Çalışlar) Anafartalar’da Atatürk’e kendi elleriyle yaptığı Yanya baklavasından gönderiyor ve baklavayı çok beğenen Atatürk sık sık bu baklavadan istiyor. Öte yandan Cumhuriyet için şehitlerde veriyor. Kaniye (Ertürk) Teyzenin amcası Nusret Karaosmanoğlu, 1919-1922 İstanbul işgali sırasında, işgalciler tarafından asılıyor. Yengem (Güzün Bülkat) kendisi gibi güzel gözlü olan Kaniye Teyzenin babası Darülfününün fizik hocası ve Meclis-i Kebir Maarif azası Cevdet Karaosmanoğlu, annesi ise Yanya Müftüsü Mehmet Emin Bey’in kızı. Rahmetli dedem emekli Vali, Ahmet Durmuş Evrendiler, damat girdiği kadınlarının hepsinin zeki olduğunu ancak en bilgili ve akıllı olanın Kaniye Teyze olduğunu söylerdi. Cumhuriyet Dönemi bürokrasisinde İbrahim Aktan Kastamonu valiliği yapıyor. Takma adı Manevraca olan Raşit Bigay ise 1930’larda İstanbul’da valilik yapıyor. (…)Özdem Sanberk bu bakımdan tipik bir Yanyalı. Ya Sadi Çalışlar’a ne demeli? Körfez krizinden sonra, Saddam sendromları yaşanan, kuzey Irak sorunlarıyla çalkalanan bir dönemde Türkiye Cumhuriyetini Bağdat’a büyükelçi olarak temsil etmekte. Ailedeki diplomatların başını rahmetli Büyükelçi İzzettin Paşa’nın büyük oğlu Celal Çalışlar çeker. Davudi sesiyle konuşmalarına ‘kızım biz Yanyalılar" diye başlar. "Atatürk der ki" diye bitirirdi. Ermeni terörünün en yoğun olduğu dönemde Paris’te görevliydi. Fransız bir hanımın onunla ilgili söyledikleri ise halen kulaklarımdadır: "Hayatımda hiçbir erkek beni amcan kadar etkilemedi. Neden mi? Çünkü onu ilk gördüğüm zaman bir toplantıda, Fransızca olarak Baudelaire’in en güzel şiirlerini okuyordu.’Aile dışı Yanyalı diplomatlar arasında ise, tanıdıklarımdan, kıvrak zekası ve dili ile Gündüz Aktan, Birleşmiş Milletler Temsilcimiz Onur Öymen Bonn’da Büyükelçi. Tepedelenli ailesinden Kenan Bey ise Budapeşte’de görevli. "

Nigar Hanım ve Bağlar

Gökyüzü - 25 Nisan 2003

Ben ölürsem çektiğim derdi bilen yaran desin
Pek de şu biçare Nigar’ın ahteri
Varlığından olmadan alemde bir dem müstefid
Ol felaket-didenin hak-i siyah oldu yeri

Şaire Nigar Hanım, başarısız olan 1848 devrimleri sorası Osmanlıya sığınan Macar Yahudisi, gerçek ismiyle Adolf Farkaş daha sonra ise Macar Osman Paşa’nın kızıdır. Nigar Hanım’ın tanımıyla "bir ehl-i seyfü kalem" olan Adolf Farkaş, ihtida ettikten sonra Osman Nihali ismini alır. Osman Paşa, kimilerine göre kimilerine göre ise sekiz dil bilen, müzisyen ve ressamdır. Nigar Hanım’la babası arasında çok güçlü bir sevgi bağı var ve Nigar Hanım’ın kültürünü, dünyasını da belirleyen babası olmuş. Osman Paşa’nın en yakın arkadaşlarından, Nigar Hanım üzerinde de etkisi olmuş kişilerden birisi Recaizade Mahmut Ekrem’dir. Recaizade, ünlü gazeteci Umur (Ekrem) Talu’nun dedesinin babası; Vaniköy’de bir yalıda oturuyor ve bu yalı daha sonra Fatoş Güney’in dedesine geçiyor.

Nigar Hanım’ın annesi Emina Rifati Hanım, Keçecizade Fuat Paşa’nın mühürdarı İzmirli Nuri Bey’in kızı.

Berin Nadi’in babası Celal Sahir Erozan için Kültür Bakanlığı"Celal Sahir Erozan" adında bir inceleme kitabı yayınlamış. Kitapta, Celal Sahir Erozan’ın üç kere evlendiği, Rukiye Berin Nadi’nin de ilk evliliğinden doğan çocuklarından birisi olduğu bilgisi var. Celal Sahir Erozan, milletvekilliği de yapmış, şair, gazeteci ve Türk Dil Kurumu’nun önemli şahsiyetlerinden birisi. İlginç olan, Celal Sahir’in paşa babasının eniştesinin kim olduğu. Enişte Bey, ünlü Fuat Paşa’ymış ve Celal Sahir’in babası, eniştesinin yanında büyümüş.Larousse, Fuat Paşa’nın Mevlevi olduğunu yazıyor, bu da önemli bir bulgu. Fuat Paşa, Cevdet Paşa’yla birlikte dil üzerine kitapta yazmış. Feriköy’de gömülmüş ünlüleri yazarken Aliye Fatma Hanım’dan da bahsetmiştik. Aliye Fatma Hanım, Tarihçi Cevdet Paşa’nın kızı ve Faik Paşa’nın da eşi. Fuat Paşa, Keçecizade Fuat Paşa olarak tanınıyor ve babası da Şair Keçecizade İzzet Molla. Fuat Paşa, hariciye ve hazine nazırlığı da yapmış ve sadrazam olmuş. Bir diğer meşhur özelliği de Galatasaray Lisesi’nin kurucusu olması. Fransa yandaşı, Fransızcı olarak biliniyor zaten.

Nigar Hanım’ın çocukken özel Türkçe hocası, dönemin çok meşhur ve eksantirk bir ismi olan Ebüllisan Şükrü Efendi’dir. Nigar Hanım’ı çok etkileyenlerden birisidir. Ebüllisan yani "dil babası" denmesinin nedeni Şükrü Efendi’nin çok dil bilmesi; Şükrü Bey açık fikirli, dünya edebiyatına vakıf birisi. Halide Edip’in hatıralarından Şükrü Efendi’nin Halide Edip’in de Arapça hocası olduğunu öğreniyoruz. Feyziye Mektebi mezunu Berin Nadi, Halide Edip'in kucağına doğmuş ve Rukiye olan göbek adı Halide Edip tarafından verilmiş. Şükrü Efendi’nin Celal Sahir Erozan’la da yakın bağı var : Celal Sahir’in eşlerinden birisi (Berin Nadi’nin annesi değil) Şükrü Efendi’nin kızı. Bağdat Naibi, Meclis-i Maarif Azası Şükrü Efendi, Fransa İmparatoriçesi Eugénie 1869’da İstanbul’a geldiğinde, Sultan Aziz ile görüşürken tercümanlık da yapar.

Nigar Hanım, Mehmet İhsan Bey’le evlenir. Mehmet İhsan Bey, devrin en zengin kişilerinden Hacı Salih Efendi’nin oğludur. Mehmet İhsan Bey’in ablası, Senedat Umum Müdürü Mehmet Sait Bey’le evlidir; Mehmet Sait Bey, Berlin Sefirliği de yapan, bugün adına boğazda bir yalı olan ünlü Sait Paşa’nın kardeşidir.

Ünlü yazar Münevver Ayaşlı da, Sadullah Paşa’nın gelinlerinden birisi.

Nigar Hanım’ın günlüklerinde ismi geçen ailelerden sadece birisini yazayım : Evrenoszadeler. M. A. Aybar’ın halasının eşi büyük masonlardan İttihatçı Rahmi Bey’in (Eczacıbaşı’nın kayınpederi, 33. Dereceden mason Celal Bayar’ın manevi babası) ailesi Evrensozade’dir. ENKA’nın sahibi Şarık Tara’nın yengesi de aynı ailedendir.

Çok sık yurtdışına gezmeye giden Nigar Hanım’ın gittiği evlerden biri de Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı Semiye Hanım’a aittir. Semiye Hanım, Tanzimat’ın en büyük ismi (diğer iki isim Keçecizade ve Ali Paşa) olan Reşit Paşa’nın eşidir.

Döneminde serbest yaşantısı nedeniyle dikkat çeken, bu yüzden Padişah’a da şikayet edilen Nigar Hanım vefat edince, annesi ve babası gibi Aşiyan Mezarlığı’na defnedilir.

Hab’ü rahattan seniniçün ayrılık bir şey değilAh ancak olmasa senden şu mahrumiyetim
(Nigar Hanım’la ilgili bilgiler için kaynak : Nazan Bekiroğlu, Şair Nigar Hanım)

Nazım, Aybar, Oktay Rifat ve Ali Fuat Cebesoy

Gökyüzü - 25 Nisan 2003
"Rasih Nuri İleri ve ailesi evliliklerle bugün o kadar genişlemiştir ki, Ziyad Ebüzziya'dan gazeteci Umur Talu'ya, Ali Fuat Cebesoy'dan Nazım Hikmet'e, Atatürk'ün çocukluk arkadaşı Hilal—i Ahmer'in başkanı ve milletvekili Fuat Bulca'dan Mehmet Ali Aybar'a, Ömer Madra'dan Abidin Dino'ya ve daha birçok kişiye kadar çok kuvvetli bir hısımlık ve aile bağlarının orta noktasında yer almaktadır. Rasih Nuri İleri aslında Abidin Paşa'nın torunudur. Prevezeli olan Abidin Paşa, Selanik valiliğinin ardından 1880'de üç aylığına da olsa hariciye nazırlığı yapar. Sonrasında Adana valiliğine, ardından Sivas, Ankara Cezayir—i Bahri Sefid (Rodos, 12 Adalar vs bütün adalar da dahil) valiliğine getirilir. Aynı zamanda mesnevi şairi de olan bu görevi sırasında padişah tarafından çağrılıp sadrazamlık teklif edildiği esnada geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumar (1906).

Dino, Tek, Ebüzziya, Talu: Girift bir aile

Abidin Paşa'nın damadı, Mustafa Nuri Bey de Hazine—i Hassa Nazırı ve Ayan üyeliği yapmış birisidir. İşte bu Mustafa Nuri Bey, Rasih Nuri İleri'nin baba tarafından büyükbabasıdır. Helvacızade Salih Tosun Efendi'nin dört çocuğundan biri olan Mustafa Nuri'nin bir diğer kardeşi olan Ahmet Fuat Paşa 16 yıl Kütahya valiliği yapar. Asıl adı Muhammed Selim Sırrı olan, Bağdat dahil Osmanlı'nın en önemli bölgelerinde valilikler yapan ve Sırr—ı Kur'an adlı kitabın yanında daha birçok kitabı bulunan diğer kardeşi Sırrı—i Giridi(Sırrı Paşa)'nin Leyla Saz Hanım'la evliliğinden Yusuf Razi Bel (Bu soyadı Fransız hanımı dolayısıyla almıştır) ile mimar Vedat (Tek) adında iki çocuğu olur. Vedat Bey'in (Firdevs Koniça (Dino) ile evlenir) üç çocuğundan biri olan Nihat da mimar olarak tanınmaktadır. Ali Neyzi, Nezih Neyzi, İsmail Arar da Sırrı Paşa'nın kızları tarafından torunlarından birkaçıdır. Helvacızade'nin, diğer çocuğu da ikinci eşinden olan ve Girit'te kalmayı yeğleyen Mehmet Ağa'dır.

Mustafa Nuri Bey'in kuzenleri arasında tanınmış isimler de vardır. Bunlardan biri olan İsmail Fazıl Paşa, Müşir Mehmet Ali Paşa ile Ayşe Sıdıka Hanım'ın kızları Zekiye Hanım'laevliliğinden olan Ali Fuat Cebesoy'un babasıdır. İleri ailesi, İsmail Fazıl Paşa'nın eşitarafından Türk komünistlerinin önde gelen isimlerinden Mehmet Ali Aybar Nazım Hikmet ile de akrabadır.
Abidin Paşa Adana valisi iken, Rasih Nuri İleri'nin de büyükbabası olan Mustafa Nuri Bey de Adana vali muavinidir. Abidin Paşa büyük kızı Nefise'yi (Abidin Paşa'nın Gül Hanım'danNefise Hanım dışındaki çocukları Rasih, Sabire (Talu'ların büyükannesi) ve Halide'dir)Mustafa Nuri Bey'le evlendirir. Çiftin, Jön Türk, Ati, İkdam ve İleri gazetelerinin yazarı, daha sonra da Yılmaz adlı gazeteyi çıkaran, Osmanlı Meclisi'nde Misak-ı Milli'yi oylayanvekillerden biri olan, Malta'ya sürgün edilen ve Birinci Meclis'te Anayasa Komisyonu Başkanı olan Celal Nuri, karikatürist olarak tanınan, İstanbul Radyosu'nun kurucusu Sedat Nuri ve Prof. Suphi Nuri İleri adında üç çocuğu olur: "Bir arkadaşım, Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Celal Nuri amcamı Avrupa ve Amerika'ya delege olarak yolladığınınmazbatasını verdi bana. Delege olarak gittiğini bilmiyorum. Belge ilginç bir belge. Eskiarkadaşım Mihri Belli'nin babası Hayrettin Belli, Şakir Kesebir, Öztrak'ın imzaları da var belgede." Rasih Nuri İleri'nin babası olan Suphi Nuri Bey ise, Fransa'da doktorasını yaptıktan sonra 4. Orduda Hecinsüvar Bölük Komutanı olarak Kanal Seferine katılan ve Cemal Paşa'nın karargahında adalet ve istihbarat şube başkanı olarak vazifeler gören birisidir.(…)

Suphi Nuri İleri evliliğini ise, yine aynı aileden olan Leyla Hanım'la yapar: "Anne ve babamkardeş çocuğu. Anne tarafından dört aile var. Dino'lar, Cabbar'lar, Gazi Turhan'lar veAslanpaşa'lar; bunlar Çorumlu Demirtaş Umur Bey'e dayanır. Aileiçi evlilikler toprağınbölünmemesi için kuraldır.Ailede başka tanıdık kimler var?"Kalabalık bir aile. İstanbul'da akraba olmayan tanımıyorum demeyeceğim ama, o kadarfazla akraba var ki saymakla bitmez. Mesela Abidin Paşa'nın ve Recaizade MahmudEkrem'in torunu gazeteci Umur Talu kuzenim. Ziyad Ebüzziya, o da akrabamdır,Aslanpaşa'lardan. " ( )
(Aksiyon, Cemal A. Kalyoncu )
***************

Hıfzı Topuz’un, kendi deyişiyle, ilişkilerinin temelinde en az yüz yıllık bir ilişki olan Rasih Nuri İleri ve kendinden önce İleri soyadlı büyükleri masondur. Türkiye’de dünden bugüne elitlerin nasıl eş, dost, akraba olduklarının anlatmak için en iyi kaynaklardan biri Hıfzı Topuz’un anılarıdır. Hıfzı Topuz’un dedesi Hasan Hilmi Paşa ile Rasih Nuri’nin dedesi Abidin Paşa yakın arkadaşmışlar. Hıfzı Topuz’un "Meyyale" isimiyle kitaplaştırdığı Meyyyale Hanım, Hasan Hilmi Paşa’nın eşi. Meyyale Hanım’ın meşhur akrabaları sadece Hıfzı Topuz değil. Bu mekanizma nasıl işliyor, nasıl içiçe geçmiş bir yapı var, bu ailenin yakını olmaktan öte çarpıcı olması açısından bir örnek daha deyip alıyorum :

"Zeynep Atikkan'ın babası Sadettin Paşa, tıp tarihinde önemli bir buluşu olan Prof.Dr. Esat Işık'ın Sadi, Sadettin, Dürdane ve Sedat adlı dört çocuğundan ikincisi. Zeynep Atikkan'ın dedesi Esat Işık, Fransa'da tıp eğitimi sırasında ofpermaskop denen göze bakmak için kullanılan bir alet geliştiriyor. Patent alarak alete adını veremiyor ama kendisi daha sonra Ofpermaskop Esat diye anılıyor. Öğrencilik yıllarında siyasi hareketin içine giren Esat Bey, Türkiye'ye dönüyor ve Jön Türkler'le tanışıyor. İttihatçı hareketin içinde yer alıp Milli Komite toplantılarında etkin olan bir kişi olarak çıkıyor. Esat Bey'in hanımı ise gazeteci Hıfzı Topuz'un geçen aylarda yazmış olduğu bir aile tarihi kadar Osmanlı tarihine de değinen ve kitaba da adını veren Meyyale'nin kızı Makbule Hanım. Meyyale Çerkez asıllı. Sarayda yetişmiş ve Nevşehirli Musa Paşa'nın oğlu Vezir Hasan Hilmi Paşa ile evli. Hıfzı Topuz'la Zeynep hanımın anneanneleri kardeş. Zeynep Atikkan başta da dedim ya Sadrazam ve paşalardan müteşekkil bir sülaleye sahip. Biraz daha eskilere gidersek Zeynep Hanım'ın dedesinin babası Sadrazam Arif Paşa'nın oğlu Neş'et Bey, dedesinin annesi ise Reji Komiseri Gürcü Yusuf Paşa'nın kızı Fatma Hanım. (…) Böylesine etkin bir aile içerisinde bulunan Zeynep Hanım, babasının askeriyeden istifa edip 1960'ta Türkiye'ye dönmesine kadar yurtdışında okur ilk okulun üç sınıfını. Son iki seneyi de Moda İlkokulu'nda tamamlar. Ardından Fransızca eğitim veren Fransız Kız Lisesi'nde (Notre Dome de Sion) eğitimine devam eder. Annesi Tomris Hanım da aynı okul mezunudur. Bu okulun kızını bastıracağını düşünür. Bir de Fransızcasız yaşanabilir ama İngilizcesiz yaşanamaz diyerek kızının İngilizce de öğrenebileceği Robert Kolej'e geçmesini telkin eder. Ama o yatılı okumanın getirdiği sıcak arkadaşlık ortamını terk etmek istemeyince buradan mezun olur. Sonra Fransız okullarının burs sınavını kazanır ve Fransa'da Siyasal Bilgiler okur, 1970-73 arası. (…) Atikkan, üniversite eğitimi sonrası birbuçuk yıl da Avrupa Birliği Komisyonu'nun Genel Sekreterliği'nde staj yapar. Bir de büyükelçilik, Dışişleri ve Savunma Bakanlığı yapmış dayısı Hasan Esat Işık 1963'teki Ankara Anlaşması müzakerelerini yürüten kişidir. Hem dayısının bu özelliği hem de onun arkadaşlarının buralarda görevli olması, ona mesleğinde iyi haberler yakalama fırsatı doğurur: O yüzden Avrupa Birliği ile ilgili sağlam haber alıyorum.

1978'de eğitimini tamamlayan Atikkan aynı zamanda akrabası da olan Hürriyet gazetesi Yazı İşleri Müdürü Salim Bayar'ı arar ve "Ben döndüm, gazetecilik yapmak istiyorum" der. Bayar bunu gazetenin Yayın Yönetmeni Nezih Demirkent'e iletir. Böylece Atikkan basın dünyasına girmiş olur. (…) İlk evliliğini Murat Yasa adlı bir kimya mühendisi ile yapan Atikkan'ın bu evliliğinden tek çocuğu olan Ayşe dünyaya gelir, 1983'te. İkinci evliliğini ise Merkez Bankası eski Başkanı Bülent Gültekin ile yapar. "

(Aksiyon, Cemal A. Kalyoncu)
***********

Bu alıntıda hatalar olması gerekiyor, çünkü Zeynep Atikkan’ın dayım dediği Hasan Esat Işık, üstte Esat Paşa’nın çocukları arasında görünmüyor. Anlaşılan, Zeynep Atikkan’ın babası değil annesi Esat Paşa’nın kızı; kısacası bir hata var alıntıda, ama akrabalık bağlarını anlatması açısından aldım.

***

Topuz’un anlatımıyla, 40’lı yıllarda Rasih Nuri’lerin evinde beyaz ceketle servis yapan bir aşçı, çocuklara Fransızca öğretsin diye İsviçre’den getirilen bir madam da vardır ve bugün TKP adını alan partinin hala en önemli isimlerinden birisi olan Rasih Nuri, dedesi Abidin Paşa’nın sadece Adana’daki arazilerinin 180.000.000 metrekare olduğunu ve diğer muazzam malı mülkü nasıl yitirdiklerini anlatırken, dedesinin bu inanılmaz servetini nasıl yaptığını değil "bir komunist" olarak insan olarak dahi sorgulamamakta. Rasih Nuri’lerin evi adeta bir mahfel gibi ve zamanın ne kadar tanınmış ismi varsa burada; bunları tek tek belirtmek mümkün değil. Hıfzı Topuz, şöyle diyor : " Zaten İstanbul halkı iki bölümdür. Abidin Paşa veSırrı Paşalarla akraba olanlar ve olmayanlar. Kimden söz edilse Rasih’in akrabası çıkar. Fahrünisa hanım da öyleydi.". Hıfız Topuz, milyonların karşısına bir avuç insanı koyuyor. Aslında "haksız" değil, değil çünkü bir avuç insanın gücü, etkisi, şöhreti geriye kalan "halk"tan çok daha fazla.Rasih Nuri İleri’nin yakın akrabaları dışında ahbapları dahi başlıbaşına bir kitap konusu; birazını daha bu bölümün sonunda ele alacağım.

Berin Nadi’yle başladık sadece onunla bağı dolayısıyla bir tek isimden bahsedeyim. Berin Nadi’nin eline doğduğu, isim anası Halide Edip’in ilk eşi Salih Zeki’nin oğlu Faruk Sayar, Rasih Nuri’nin en yakın arkadaşlarından ve evin en sık konuklarından birisidir. Faruk Sayar sadece Rasih Nuri ile değil bahsedeceğimiz ailenin diğer üyeleri Mehmet Ali Aybar ve Oktay Rifat ile Paris’ten de arkadaştır. Faruk Sayar, II. Dünya Savaşı esnasında işgal altındaki Fransa’dan 176 Yahudiyi de Türkiye’ye kaçırmıs, gerçekten önemli bir insanlık görevi yapmış.
Şimdi Rasih Nuri’yle başladığımız bu ailenin önemli isimlerine ve bağlarına tek tek, özetle, bakmaya devam edelim.

Nazım Hikmet

"1848 Polonya - Rus Savaşı ertesinde Türkiye’ye iltica eden ve Mustafa Celaleddin Paşa adını alan Konstantin Polzokic-Borzecki (1826-1876) Les Turcs, ancients et modernes (İstanbul 1869) adlı kitabında Gobineau’nun kuramının etkisinde kalarak Turano-aryanizm kuramını geliştirdi. Bu kuramında Türklerin "beyaz ırktan" olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Bu kuramı Paşanın oğlu Enver Celaleddin Paşa geliştirmiş ve 1917’de kaleme aldığı "Türklerin Aslı" başlıklı uzun makalesinde kamuoyuna sunmuştur. Edebiyat’ı Umumuye Mecmuası’nda yayınlanan makalede Paşa, özellikle dil analojileri yaparak Türklerin Ariyen olduklarını ispata çalışmıştır." (Suavi Aydın, Modernleşme ve Milliyetçilik)"

Nazım Hikmet Ran’ın annesinin dedesi Polonyalı Konstantin Borzecki, sonraki ismiyle Mustafa. Celalettin Paşa. Mustafa Celalettin Paşa, Mirliva Ömer Lütfi Paşa’nın kızı Saffet Hanım’la evlenmiş ve Bektaşi olmuş. (Ömer Paşa’nın soyundan gelenler içinde de tanınmış kişiler vardır : Halide Nusret Zorlutuna, kızı Emine Işınsu, kardeşi İsmet Kür ve onun kızı Pınar Kür.) Oğlu Hasan Enver (Ferik Enver) Paşa. Hasan Enver Paşa, önce Leyla Hanım’la evleniyor, bu evlilikten Ayşe Cemile (Nazım Hikmet’in annesi), Mehmet Ali, Mustafa Celalettin (eşi Gabriela Taron), Sara Hanım (Şevket Mocan ve sonra da Avni Oka’yla evlenmiş) ve Münevver Hanım (önce Kadri Bey’le sonra da Oktay Rifat’in babasi olan Samih Rifat’la evlenmiş) doğmuş. Ayşe Celile Hanım’ın annesi olan Leyla Hanım’ın babası ise aslen Alman olan -gerçek ismiyle Karl Detrois- Müşir Mehmet Ali Paşa’dır. Enver Celalelettin(Ferik Enver) Paşa da Nazım’ın dedesi yani annesi Celile Hanım’ın babası. Celile Hanım, Padişah II. Abdülhamid'in yaverliğini yapan babası Ferik Enver Paşa vasıtasıyla padişahın ressamı Fausto Zonaro'dan ders almış bir ressam. Soyadı kanunundan sonra Uğuraldım soyadını almış. Hasan Enver Paşa’nın Hortense Leffine ile yaptığı evlilikten de Ömer Songar, Suzan (Rakim Özkök’le evlenmiş) ve Enver Songar doğmuş.
Hasan Enver Paşa’nın torunu, Nazım Hikmet’in evlendiği hanımlardan birisi olan, Nazım’ın teyzesi Münevver Hanım’la aynı ismi taşıdığı için sık sık karışıklığa yol açan Münevver (Andaç) Hanım ilk evliliğini Ressam Nurullah Berk ile yapıyor, bu evlilikten Renan isimli kızı, Nazım Hikmet’le olan evlilikten ise halen Fransa’da yaşayan Mehmet Nazım doğuyor. Münevver (Andaç) Hanım’ın annesi Fransız ve Türkçeyi, Fransa’dan geldikten sonra öğreniyor ve Nazım Hikmet’ten epey sonra o da Fransa’ya yerleşmiş ve orada öldü.

Nazım Hikmet’in babası Hikmet Bey, Mehmet Nazım Paşa’nın oğludur. Mevlevi olan, pek çok yerde -Selanik dahil- valilik yapan, Nazım Hikmet’e Mevleliği tanıtan Mehmet Nazım Paşa, Akşehir Kaymakamı Şakir Efendi’nin oğludur. Oğlu Hikmet Bey, İttihatçı olduğu için o dönemde üstelik Almanya’da konsolos olmuş ve sonra, halen açık olan Kadıköy’deki Süreyya Sineması’nda müdürlük yapmış. Hikmet Bey’in Ayşe Celile Hanım’la yaptığı evlilikten doğan, Nazım’ın çok sevdiği, "Samoş" dediği Samiye Yaltırım’ın kızı Ayşe Yaltırım, onun da oğlu Murat Germen. Hikmet Bey, Celile Hanım’dan sonra Cavide Hanım’la evleniyor, bu evlilikten Melda (Kalyoncu) ve Metin kardeşler doğar. Halen, Kemal Tahir Vakfı’nın başkanlığını yapan, Refik Erduran’ın ilk eşi de olan Melda Kalyoncu’nun teyzesinin oğlu yani annesi Cavide Hanım’ın kızkardeşi olan Macide Hanım’ın oğlu ise Orgeneral Turgut Sunalp’tir. Kore’de rütbelerinin tutmamasına rağmen Turgut Sunalp ve Refik Erduran’ın aynı çadırlarda kalmalarının nedeni budur. O esnada Refik Erduran, Melda Hanım’la evlidir ve eşinin teyzesinin oğluyla aynı çadırda kalmaktadır. Turgut Sunalp’in eşinin ismi Suzan, babası defterdarmış.

"NATO üyesi olmadığı halde en öenmli Gladio şebekelerinden biri de küresel finans merkezi İsviçre’de kurulmuştur. … Gizli Ordu Gladio’nun İsviçre organizasyonu "P.26" adı altında faaliyete geçirmiştir. P.26’nın eski şeflerinden Albay Backmann (ya da mason localarındaki bilinen ünvanı ile Dr. Backmann) 1979’da İsviçre’de ‘Albay Backmann-Karanlıklar Ordusu Skandalı" ile ünlenmiştir. Albay ‘Dr.’ Otto Backmann İsviçre’deki Montreux kentinin Caux kasabasında kayak merkezindeki şatosunda, Moral Re-Armanent-MRA ‘Manevi Cihazlanma Dereneği"nde Avrupa’nın çeşitli yerlerinden gelen misafirlerini de Avrupa Gladiolarına devşirmek için misafir etmiştir. Bunların arasında pek çok ünlü Kıbrıslı (Dr. Küçük, Rauf Denktaş gb.) ve Türk Politikacıları (Kasım Gülek gb.) subay ve MİT/Özel Harp Dairesi’nde görevli general vardır. Türk Gladiosu ‘X’ (ya da Ergenekon !) örgütünün ünlü kontr şeflerinden emekli general Turgut Sunalp de Dr. Backmann’ın yakın dostlarındandır. (T. Sunalp familyadan masondur). P.26’nın bugünkü şebeke reisi Eprahim Catalan (Kod adı Rico) adlı MOSSAD bağlantılı-Backmann gibi- İsviçre yahudisidir. Basel’de (Zionist Wolrd Organization merkezi buradadır) bir sigorta şirketinde başkan yardımcısı olarak görünmektedir." (Halid Özkul, CIA)
Boğaziçi Lisesi mezunu Rauf Denktaş da masondur.

Refik Erduran, Nazım Hikmet’i motorla kaçırırken Boğaz Komutanı olan kişi Erduran’ın dayısı Münci İlhan’dır. İkinci evliliğini Leyla Umar’la yapan erduran halen üçüncü eşinin kızıyla dördüncü evliliğini sürdürmekte. Nazım Hikmet’i önce Melike Demirağ’ın amcası olan Boğaziçi Lisesi mezunu Tarık Demirağ’ın motoruyla kaçırmayı planlayan Erduran’ın ailesi de güçlü ve zengin : Refik Erduran’ın anne dedesi Mustafa Refik Bey, okul müdürlükleri ve gazetecilik yapıyor; Salacak’ta bir yalıda oturuyor ve Ekmekçizadelerin kızıyla evlenmiş. Muallim Naci (1850-1893) Şair yazar, Ahmet Mithat Efendi’nin damadı. Modernleşmenin çok önemli bir ismi olan Ahmet Mithat Efendi de Refik Erduran’ın dedesinin (Mustafa Refik Bey’in) dayısı. Refik Erduran’ın babası Avukat Hüsamettin Erduran. Annesi ise Refika Erduran. Refik Erduran’ın kızkardeşi Leyla Hanım, Abel Turnier’le evlenmiş.

Mehmet Ali Aybar

Türkiye solunun başına Kuzguncuk’taki yalısından gelip geçen Aybar, ailesi için "bey takımı" diyor. Aybar’ın babaannesi ile Nazım Hikmet’in anneannesi kardeş. Aybar, İstiklal Harbi esnasında sıkıntıya düştük ve bazı mücevherleri sattık diyor ama bu esnada Fransızca öğretmesi için getirilen madam bu "sıkıntılı" günlerde dahi yalıda kalmaya devam edebiliyor.
Aybar’ın baba dedesi Hüseyin Hüsnü Paşa, 31 Mart’ı bastırmak için Selanik’ten İstanbul’a yürüyen Hareket Ordusu’nun Mahmut Şevket Paşa’dan önceki komutanıdır. (Mahmut Şevket Paşa’nın kardeşinin damadı da YÖK "kahramanı" mason İhsan Doğramacıdır.) Aybar’ın babası Tahsin Bey, Sultan Reşat’ın ve Veliaht Yusuf İzzettin’in yaverliklerini de yapmış, en son Bursa Harb Divanı Başkanlığı yapmış bir asker. Babası Hüseyin Hüsnü Paşa, Abdülhamit tarafından Karaman’a sürüldüğünde Paris’e kaçmış. Hüseyin Hüsnü Paşa’nın damadı ise İzmir Valisi 33. Dereceden mason İttihatçı Rahmi Bey’dir. Rahmi Bey bir diğer çok ünlü sima Eczacıbaşı’nın (mason ve Bilderberglidir ) kayınpederidir. M. A. Aybar’ın halası Nimet Hanım’la evliliğinden doğan kızı mason Eczacıbaşı’yla, oğlu da Esma Dino ile evlenir. Alp Arslan’ın yani Rahmi Bey’in oğlunun eşinin ailesi ise İTC Genel Sekreteri de çıkaran Bleda’lar. 3 mart 1909’da Tokatlıyan Otel’de yapılan ve en yüksek derecedeki 12 masonun katıldığı toplantıda en yüksek dereceye çıkartılan 13. isim İttihatçı Rahmi Bey olacaktır. İhap Hulusi’nin Kulüp Rakısı’nın etiketinde resmettiği iki kişiden biri olan Nono Bey, Nimet Hanım’ın (Rahmi Bey’in eşi ve Hüseyin Hüsnü Paşa’nın kızı) kardeşidir. Etiketteki ikinci kişi ise Boğaz’da yalısı olan mason Fazıl Ahmet Aykaç’tır. (Fazıl Ahmet Aykaç, GS’li eski futbolcu, antrenör, spor yazarı kendi gibi mason olan Eşfak Aykaç’ın babasıdır.)

Aybar’ın babannesi Hayriye Hanım ile Nazım Hikmet’in anneannesi Layla Hanım kardeş. Hayriye Hanım da gerçek ismi Karl Detrois olan Müşir Mehmet Ali Paşa’nın kızıdır. Aybar’ın anne tarafı da ünlü bir aile : Gelenbeviler. Aybar’ın annesi Aliye Hanım, Gelenbevi İsmail Efendi’nin torunu Lezize Hanım’ın kızıdır. Aybar’ın büyük dayısı Gelenbevioğlu Ahmet Muhtar Paşa, Damat Ferit Paşa ve Ali Rıza Paşa hükümetlerinde maarif nazırlığı yapmış.
Aybar’ın eşi Siret Uncu, Arnavutköy Amerikan Kız Koleji mezunu, yüksek tahsilini ABD’de yapmış, daha sonra da bu okulda görev almış.

İhap Hulusi’nin Kulüp Rakısı’nın etiketinde resmettiği iki kişiden biri olan Nono Bey, Nimet Hanım’ın (Rahmi Bey’in eşi ve Hüseyin Hüsnü Paşa’nın kızı) kardeşidir. Etiketteki ikinci kişi ise Boğaz’da yalısı olan mason Fazıl Ahmet Aykaç’tır. (Fazıl Ahmet Aykaç, GS’li eski futbolcu, antrenör, spor yazarı kendi gibi mason olan Eşfak Aykaç’ın babasıdır.)

Oktay Rifat

Oktay Rifat’in anneannesi Nazım Hikmet’in de anneannesi olan Leyla Hanım, yani Karl Detrois’in kızı.

Oktay Rifat’in baba dedesi Macar Ali Rifat Bey. Macar diyorlar çünkü 1848’den sonra Osmanlıya sığınan bir Macar. Bektaşi oluyor ve ilk operalardan birisi olan Bülbül’ün de bestecisi. Oktay Rifat’in babasi Samih Rifat, kahramanlık şarkıları besteliyor (torunuyla ayni isime sahipler) ve amcası Ali Rifat (sonradan Çağatay soyadını almış) da bugün söylenmeyen ama ilk kabul edilen İstiklal Marşı’nın da bestecisi. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın torunuyla evlidir.
İlk Opera olan "Bülbül"ün de besteci olan Ali Rifat -sonradan Çağatay soyadını almış- bugün söylenmeyen ama ilk kabul edilen İstiklal Marşı’nın da bestecisi. Ali Rifat Çağatay’ın torunu da Şişli Terakki Mezunu. Eşi de Hidiv Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğullarından Abdülhalim Paşa’nın kızıyla evlenmiş.. Abdül Halim Paşa’nın çocuklarından Sadrazam Sait Halim Paşa ve Nafia Nazırı Abbas Halim Paşa, Ermeni Kırımı nedeniyle Malta’ya sürülenlerden.
Hüseyin Hüsnü Paşa, Hareket Ordusu 3. Birlik Komutanıyken, kolağası da Mustafa Kemal’dir. Hüseyin Hüsnü Paşa, serasker, vali olarak Divanyolu 1. Ada’ya gömülmüş. Divanyolu, 1. Adaya gömülmüş iki ünlü ismi yazayım : Ali Nizami Paşa : Genelkurmay Başkanı (1881-1882) 1. Ada
Muallim Naci (1850-1893) Şair yazar, Ahmet Mithat Efendi’nin damadı. Ahmet Mithat Efendi de ilk evliliğini Turgut Sunalp’in teyzesinin kızı ve Nazım Hikmet’in kızkardeşi Melda Kalyoncu’yla ikinci evliliğini de Leyla Umar’la yapan Refik Erduran’ın dedesinin dayısı.
"Ali Fuat (Cebesoy) ile Kazım Karabekir akrabaydılar. Ali Fuat, Harp Akademisi’nde Mustafa Kemal’in en yakın arkadaşıydı. Kazım Karabekir daha sonra Millet Meclisi başkanı olan Kazım’ın (Özalp) ve Süleyman Askeri’nin sınıf arkadaşıydı. Kazım Karabekir, 1921’de Doğu cephesinde kurmay başkanını (Kazım Orbay) Enver’in kayınbiraderi olduğu için görevinden uzaklaştırmak zorunda kaldı. 1909 Nisan’ında 31 Mart olayı patlak verdikten sonra Rahmi (Evranos) Hüseyin Hüsnü Paşa’ya telgraf çekmiştir. Yalnızca Selanik’teki fırkanın komutanından yardım istemek için değil, aynı zamanda kaynatasına kızının iyi olduğunu bildirmek için telgraf çeker." (E. J. Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s.86)

Yukarıda adı geçen Süleyman Askeri ve çok önemli bağlarını sonraya bırakıyorum.

Hüseyin Hüsnü Paşa, Mehmet Ali Aybar’ın dedesidir. Damadı İzmir Valililiği de yapmış olan 33. Dereceden mason İttihatçı Rahmi Bey’in, M. A. Aybar’ın halası Nimet Hanım’la evliliğinden kızı mason Eczacıbaşı’yla, oğlu da Esma Dino ile evlenir. Alp Arslan’ın yani Rahmi Bey’in oğlunun eşinin ailesi ise İTC Genel Sekreteri de olan ölünce Bülbülderesi’ne gömülen Bleda Ailesi. 33. Dereceden mason olan Celal Bayar da, Rahmi Bey’in manevi evladı; Celal Bayar’ı o yetiştirmiş. 3 Mart 1909’da İstanbul’da, Tokatlıyan Otel’de Mason Yüksek Şurası için bir toplantı yapılıyor. Toplantıya o anda 33. Dereceye ulaşmış 12 mason katılıyor. Bu 12 kişi kıdem sırasına göre 1’den 12’ye kadar sıralanıyor. (İlhami Soysal, Masonlar ve Masonluk)1 Numara’daki kişinin adı Mehmet Talat Sai, o esnada İttihat ve Terakki Merkezi Umumisi Reisi ve milletvekili. Ondan önce de Alyans İsrael’de Türkçe öğretmenliği yapıyor. O zaman bu isimle tanınıyor ve daha sonra tarihe Talat Paşa olarak geçecektir. Bu toplantılardan sonra 33. Dereceye yükseltilen ilk mason yani 13.isim Rahmi Bey oluyor.

İhap Hulusi’nin Kulüp Rakısı’nın etiketinde resmettiği iki kişiden biri olan Nono Bey, Nimet Hanım’ın (Rahmi Bey’in eşi ve Hüseyin Hüsnü Paşa’nın kızı) kardeşidir. Etiketteki ikinci kişi ise Boğaz’da yalısı olan Fazıl Ahmet Aykaç’tır. (Masonluğu için Bkz. İlhsami Soysal) Fazıl Ahmet Aykaç’a daha sonra ayrıca değineceğim ama şu kadarını söyleyeyim GS’li eski futbolcu, antrenör, spor yazarı kendi gibi mason olan Eşfak Aykaç’ın babasıdır.

Mehmet Ali Aybar’ın babası da asker Tahsin Bey, annesi ise Aliye Hanım’dır. Aliye Hanım’ın babası da Dr. Hüsamettin Paşa. Aliye Hanım’ın annesi Lebibe Hanım da Gelenbevi İsmail Efendi’nin torunu Aziz Efendi’nin kızı. Gelenbevi Ailesi’nin bir diğer ünlü ismi de Sabahattin Ali. Aybar’ın eşi Siret Aybar da Robert Kolej mezunu. Mehmet Ali Aybar’ın babannesi Hayriye Hanım. Hayriye Hanım, Müşir Mehmet Ali Paşa (Karl Detrois) ile Ayşe Sıdıka’nın kızı. Nazım Hikmet’in anne dedesi Enver Celalettin Paşa’nın diğer kızı Leyla Hanım da Müşir Mehmet Ali Paşa (Karl Detrois) ile evlenmiş. Yani, Mehmet Ali Aybar ile Nazım Hikmet kardeş torunu
Ali Fuat Cebesoy’un masonluğunu biliyoruz. Ali Fuat, Fazıl Hüsnü Paşa’nın oğludur. Dedesi de İsmail Zühtü Paşa’dır.İsmail Fazıl Paşa, Mustafa Nuri İleri’nin kuzeni. Mustafa Nuri İleri, Rasih Nuri İleri’nin dedesi ve Abidin Paşa’nın yani Abidin Dino’nun dedesinin damadı. Abidin Paşa’nın kızlarından Sabire Hanım da Umur Talu’nun büyük annesi.Cumhuriyet’in yolsuzluktan düşürülen ilk bakanı da Ali Fuat Cebesoy’un babası, zamanın Bayındırlık Bakanı, İsmail Fazıl Paşa. "Yarım kalan"Bayındırlık Bakanlığı "işine" daha sonra da; İsmet İnönü zamanında oğlu Ali Fuat gelir. Nazım Hikmet, Ali Fuat için "Büyük Dayı Ali Fuat" diyor. Ali Fuat Cebesoy, Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’ın teyze çocuğu.

Ailenin diğer üyelerini daha sonraya bırakıyorum.

Gül Yüzlü Çocuklar ve Rosa

Gökyüzü - 23 Nisan 2003

Sağcı subayların öldürüp cesedini kanala attıkları Rosa Luxemburg hala yaşıyor; tarih Rosa Luxemburg’u bir kez daha haklı çıkardı.

Polonya’nın ayrı bir devlet kurmasına karşı çıkan Rosa, Polonyalı Yahudi bir ailenin kızıydı. Siyasi mücadelesi, teorik görüşleri ve trajik ölümü dışında, belki de en çok emperyalizm üzerine yaptığı saptamalar ve girdiği polemiklerle hatırlanıyor.

Marx, sermayenin birikiminde bir kapalı model oluşturarak, sermaye birikiminde dış ticarete yer vermiyor; kapitalist sermaye birikiminde sadece kapitalist ve işçiden oluşan bir model kuruyor. Marx, dış ticareti, sömürgeciliği, kapitalist sermaye birikiminde, kapitalist ülkenin bunlara ihtiyacı olmayacağını varsayarak, dikkate almıyor.

Biraz daha açarak, Luxemburg’un haklı eleştirisini sonra yazayım.

Marx, Kapital’in I. Cildi’nin 16. Bölümü’ne şöyle bir giriş yapar :

"Bir toplumda üretim sürecinin şekli ne olursa olsun, bu sürecin devamlı olması, devresel olarak aynı evrelerden geçerek sürüp gitmesi gerekir. Bir toplum tüketmekten nasıl vazgeçmezse, üretmekten de öyle vazgeçmez. Bunun için birbirleriyle ilişkili bir bütün, devamlı yenilemelerle akıp giden bir olay olarak görüldüğünde, her toplumun üretim süreci, aynı zamanda bir yeniden üretim-sürecidir.

Üretim koşulları, aynı zamanda, yeniden-üretimin de koşullarınıdır. Ürettiği ürünlerin bir kısmını, üretim araçlarına ya da yeni ürünlerin unsurlarına devamlı bir şekilde dönüştürmedikçe hiç bir toplum, üretime devam edemez, bir başka deyişle, hiç bir toplum, yeniden üretim yapamaz. Diğer bütün koşullar aynı kalmak üzere, servetini yeniden üretmesininin ve onu bir düzeyde tutmasının tek yolu, üretim araçlarının- yani, emek araçlarının, hammaddenin, yıl boyunca yardımcı maddelerin - yerine aynı türden ve eşit miktarda malların konulmasıdır. (…)

Üretim biçim olarak kapitalistliğe ait ise, yeniden üretimin biçimi de aynı olur. Kapitalist üretim biçiminde, nasıl ki, emek-süreci sermayenin kendisini genişletmesi yolunda bir araçtan başka bir şey değilse, yeniden üretim sürecinde de, yatırılmış değeri sermaye olarak, yani kendisini genişleten değer olarak yeniden üretmenin aracından başka bir şey değildir."

Marksist terminolojiye yabancı olanlar için, becerebildiğim ölçüde, biraz daha somutlamaya, açıklamaya çalışayım.

Bir toplum, belli bir dönem elde ettiği toplam hasılanın bir kısmını -açlıktan ölmesinler ki çalışmaya devam etsinler diye- üreticiye öder; bir kısmı amortismandır; hasılanın bir kısmı da üretim araçlarının üretimine gider. Açıktır ki, bir toplumun üreticiye ödediği + amortisman payı toplam hasıladan az ise o toplum çöker. Oysa biliyoruz ki, toplam hasıla, art-değer nedeniyle daha fazladır ve bu fazlalık da, kapitaliste (ya da geçmiş dönemde vassal ya da köle sahibi) geçer. Bu fazlalığın bir kısmı da, yeni üretim araçlarının imaline gider ve böylece Marx’tan alıntıladığım bölündeki yeniden-üretim süreci devam edebilsin.

Marx, "Yeniden- Üretim Şeması" adında yeniden-üretimi ayrıntılı olarak (basit ve genişletilmiş olarak) inceler. Meseleyi tam olarak izah etmek için Marx’ın verdiği formüllere ve bunların tek tek açıklamak gerekir, böyle bir şey oldukça uzun ve muhtemelen de çok ilgi çekmeyeceği için, özeti özeti bir şey yapayım

Marx, bütün bu ilişkileri, formülleri kapitalist ülkenin "kapalı model" olduğunu varsayarak, daha doğrusu yukarıda değindiğim gibi "dış ticareti, sömürgeciliği, kapitalist sermaye birikiminde, kapitalist ülkenin bunlara ihtiyacı olmayacağını" varsayarak yapmış.

Luxemburg ise, kapitalist sermaye birikiminin asıl gıdasını tarih boyunca dış ticaret ve sömürüden kazandığını, Marx’ın (Marx, basit yeniden üretim sürecinde, kapitalizm öncesi toplumlar için bunu kabul eder, sadece kapitalist sermaye birikiminde dikkate almaz) genişletilmiş yeniden üretim şemasının, sadece işçi ve sermayeye dayandığını, bunun yanlış ve açıklayacı olmadığını, oysa kapitalizmin kendi iç kapalı modelinin dışında asıl olarak istediği yere girebilme durumunda kapitalizmin yaşamasının mümkün olduğunu söylüyor. Luxemburg, Marx’ın formülasyonunda altın için bir ayrı değerlendirme yapmamasına da eleştiri yapıyor vs.
Rosa, kapitalizmin yaşaması için mutlaka kapitalist olmayan, yağmalanacak, zorla girilecek toprakların olmasının şart olduğunu kapitalizmin ancak böyle ayakta kalabileceğini söylüyor ve sonra mantıki bir sonuca dikkat çekiyor : Peki kapitalizm yağmalamayacak toprak kalmadığında ne yapacak ?

Rosa, kapitalizmin asıl sonunun bu olacağını söylüyor.

Kapitalizm, sürekli öldürmek, savaş çıkarmak, yağmalamak, işgal etmek zorundadır. Yaşaması için bu şarttır…

Kapitalist katiller gül yüzlü çocukları yakarken, o çocukların küllerinden Rosa bir kez daha doğuyor…