12.19.2006

Tanzimat-İttihat - Cumhuriyet

Gökyüzü - 26 Nisan 2003


TANZİMAT-İTTİHAT-CUMHURİYET ve BERİN NADİ

Berİn Nadi, Tanzimat-İttihat-Cumhuriyet zincirleme üçlemesinde bir simge isim. Gerek bağları nedeniyle kişisel olarak bir simge gerekse de Nadir Nadi’nin ölümünden sonra şahsında özdeşleşen Cumhuriyet Gazetesi’nin misyonu ve kimliği olarak…

Berin Nadi’nin ölümünden sonra, 11 Kasım tarihli Cumhuriyet’teki köşesinde Ali Sirmen, Berin Nadi’nin Celal Sahir Erozan’ın kızı olduğunu söylüyor ve Berin Nadi’den aktararak, Talat Paşa’nın Berin Nadi genç bir kızken evlerine çok sık geldiğini, Talat Paşa’nın Berin Nadi’nin elini öpecek kadar da nazik olduğunu yazıyordu. Cumhuriyet’in merkezi olan eski tarihi bina yani Kırmızı Konak, İttihat ve Terakki’nin genel merkez binasıdır. Bu bina, Mustafa Kemal tarafından Yunus Nadi’ye verilmiştir. ( ) Binanın bulunduğu sokağın ismi olan Şeref ise, İttihatçıların Ermeni Kırımı nedeniyle Malta’ya sürgüne gittikleri geminin adıdır. Cumhuriyet Gazetesi ile İttihat ve Terakki arasında çok yakın organik bağlar var. S. Yalçın’nın kitabında, kitabınının kahramanlarından birisi olan İttihat ve Terakki’nin fedailerinden Yakup Cemil öldürüldükten sonra, yakınlarına iş bulan ve her daim onlarla yakından ilgilenenin Yunus Nadi olduğunun bilgisi var. ( )

Şimdi Berin Nadi’den kendisini okuyalım : " Bir kış günü Gedikpaşa’da doğmuşum. Doğduğum zaman Halide Edip Hanım da oradaymış. Rukiye diye bana göbek adı takmış. (…) Küçükken bir Fransız Matmazel vardı evde. Ondan Fransızca öğrendim. Okumayı bana şair büyükannem öğretti. Sonra Feyziye Lisesi’ne gittim, şimdiki Işık Lisesi. Yaşamımız Hüseyin Rahmi’nin romanları gibiydi. Sütnine, mürebbiye, çalışan kalfa kadınlar(…) Babam Celal Sahir, bir şair kızıyım. Büyükannem Bebek’te Fransız Mektebi’ne gitmiş. Baba evinde zamanın kültür adamları toplanırdı. O vakit Sultan Ahmet’te üç tane böyle edebi ev vardı. Bir Fuat Köprülü’nün evi, bir Ağaoğlu Ahmet Bey’in evi, bir de babamın evi. İlk eşim Mesut Cemil müzisyendi. Sonra Nadir’le evlendim. (…) Nadir’le tanıştık, sekiz sene sonra evlendik. Çok komik ama aşkımız Atatürk İnkılapları üzerinde başladı. Nadir’le Viyana’da tanıştık. (…) Baba evi konak yavrusu gibi bir şeydi. Bir yanda ‘Türk Yurdu’ diye bir mecmua çıkardı. Çok milliyetçi bir mecmuaydı." ( )
Berin Nadi’in babası Celal Sahir Erozan için Kültür Bakanlığı "Celal Sahir Erozan" adında bir inceleme kitabı yayınlamış. Kitapta, Celal Sahir Erozan’nın üç kere evlendiği, Rukiye Berin Nadi’nin de ilk evliliğinden doğan çocuklarından birisi olduğunu öğreniyoruz ( ). Celal Sahir Erozan, milletvekilliği de yapmış, şair, gazeteci ve Türk Dil Kurumu’nun kurucularından ve önemli şahsiyetlerinden birisi. Celal Sahir Erozan, Yunus Nadi ve Nadir Nadi yani baba, eş ve kayınpeder tümü mason. (4) (5)

Berin Nadi anlatmıyor ancak masonlarla bu kadar yakınlığında ilginç şeyler duymuş olması ihtimal, bunu bilemiyoruz. Belki de masonluktaki sır saklama ilkesi dolayısıyla kendisine dahi anlatılmamıştır. Ancak burada dünden bugünü belirleyen önemli bir olgu olan, elitizmde önemli bir köşe taşı masonlukla ilgili bir parantez açayım..

"Mason ham tasi, yani kendisini yontarak küp tas haline, yani gerçek bir Mason haline getirmek zorundadir. Ham tasi yontma sembolü ayni zamanda Süleyman Tapinaginin, dünyanin ilk tas yapisinin insasini hatirlatir. " (www.mason.org.tr/sembol.html)

Nedir Süleyman Tapınağı ?Ağlama Duvarı denen yer yıkılan bu tapınağın kalan tek duvarıdır; Yahudiler bu tapınağa "Bet (h)a Mikdaş" diyorlar ve bu tapınağı tekrar inşa etmek nihai amaçlarıdır. Bu tapınağın taşları ocakta yontularak gelmiştir. Tapınağın yöneticileri Kohenler (Koanim) ve Levilermiş. Pergel, gönye gibi temel mason simgeleri, duvarcı malzemeleri olarak, Hiram’ın kullandığı malzemeler olarak tapınaktan kaynaklanıyor. Masonlar kendilerini Hiram’la özdeşleşitirler ve yardım istedikleri zaman da "yok mu dul kadının çocuğuna yardım edecek" derler. Hiram, dul bir kadının oğludur ve bu tapınağın yüklenicisidir. Hiram, tapınağın inşası sırasında çalışanlar arasında hiyerarşi oluşturuyor (ustad, usta, kalfa çırak vb) ve çalışanların sayısı çok fazla olduğu için ücretlerini almak için geldiklerinde, kimin çırak kimin kalfa vs olduğu anlaşılsın diye her bir dereceye ayrı işaretler, el değdirmeler ve parolalar saptanmış.
Masonluktaki, aşamaların, parolaların, şifrelerin, tokalaşırken parmak tıklatmalarının kaynağı buradan geliyor. Üç kalfa, usta gündeliği almak isterler ama parolayı bilmemektedirler (parola Yehova’ymış ustalar için; Yehova, Tanrı’nın söylenmesi yasak olan ismidir ve gematriası yani harflerinin sayısel değerlerinin toplamı 26’dır) ve bu parolayı öğrenmek amacıyla Hiram’ı sıkıştırırlar ancak Hiram parolayı söylemez ve öldürülür. Masonluktaki sır saklama, ketumiyet, bunun önemi, değeri buradan geliyor. Hiram’ı öldürenler, gömdükleri yerin üstüne de akasya dalları koymuşlar. Mason mabedlerinde ya da logolarındaki akasyanın nedeni bu. Bir de defne dalını "seviyorlar" bunun nedeni de tapınağın kapısının defne dallarıyla kaplı olmasından kaynaklanıyor ve mason mabedlerinde bunu uyguluyorlar. En büyük mason üstadına maşrak-ı azam deniyor; Hiram’ı aramaya çıkan başka üç usta Hiram’ın cesedini bulduklarında, derisi soyulumuş vaziyette, çürümeye başlamış olarak buluyorlar ve bu İbranice bu anlamlara gelen Maşrak diye bağırdıkları için, bundan sonra usta parolası Yehova değil (İbranilikte Yehova demek yasak ve büyük günah oluyor) maşrak oluyor. Hiram’ın cesedi toprağa verilirken, ustalar, Hiram’ın kanı üstümüze sıçramadı biz temiziz anlamında beyaz önlük ve beyaz eldiven giyiyorlar. Mason törenlerinde eldiven ve önlük takılmasının nedeni de bu. Masonlar isimlerinin yanına üçgen şeklinde üç nokta koyuyorlar. Bunun nedeni de, Hiram’ın cesedini bulan üç usta ve bu üç sayısı, üç nokta, üçgen vs; bilim, hoşgörü ve doğruluk olarak simgeleniyor. Buraya kadar özetlediğimiz bu şeylerin hepsi, İslam mistikliği için de geçerli; örneğin en büyük iki tarikat olan Bektaşilik ve Mevlevilikte de sayı mistikliği, özel kıyafetler, sır tutma, gizlilik, hiyerarşi yani dereceli sistem, özel selamlaşma biçimleri (haricinin anlamayacağı şekilde) ve yine özel yani gizli tanışma, birbirlerini anlama yolları var. (6)

Bir ara not olarak belirteyim :İttihat ve Terakki’nin selamlaşma biçimi de masonluktan alınmadır. Sağ elin üç parmağını büküp hilal şeklinde kalbine götürme, ben İttihatçıyım demekti. Yine, parola-şifre olarak da muin ve hilal kullanılmıştır. El kalpteyken, mim, ayn, ye yani muin’in harfleri söyleniyordu. (7) Muin, muavin, yardım eden demektir.

Berin Nadi’nin hayatındaki kişiler ya da bağları sadece kendisi için değil ülke için de önemli isimler. Bu kişilere değinerek devam edeceğiz zaten. Örneğin, Celal Sahir’in paşa babasının eniştesinin kim olduğu önemli. Enişte Bey, ünlü Fuat Paşa’ymış ve Celal Sahir’in babası, eniştesinin yanında büyümüş. Larousse, Fuat Paşa’nın Mevlevi olduğunu yazıyor, bu da ilginç bir olgu. Fuat Paşa, Keçecizade Fuat Paşa olarak tanınıyor ve babası da Şair Keçecizade İzzet Molla. Fuat Paşa, hariciye ve hazine nazırlığı da yapmış ve sadrazam olmuş. Bir diğer bilinen özelliği de Galatasaray Lisesi’nin kurucusu olması. Fransa yandaşı, Fransızcı olarak biliniyor. Hür ve kabul Edilmis Masonlar’ın İnternet Siteleri’nde, (www.mason.org.tr) "Meşhur Masonlar" olarak gururla ilan ettikleri isimlerden birisi ve listede aynen şöyle geçiyor : Fuat Pasa (1815-1869) Sadriazamİlhami Soysal da çok değerli araştırmasında Fuat Paşa için mason diyor. (s. )
Fuat Paşa, bir ülkede iki kuvvet olur deyip birincisi olarak padişahın kuvvetini diğeri olarak da halkın kuvvetini kastederek ve bizde halk kuvveti olmadığı için, padişaha karşı büyükelçiliklerden yararlanmayı savunarak, bu tür siyasete tarihe geçen ünlü deyimiyle "pabuçcu muştası gibi yandan vurmak" diyor. (8) Fuat Paşa, dönem olarak Tanzimat’ın ve yön olarak da batılılaşmanın en önemli isimlerinden birisi. Bugüne yön veren üç ünlü paşadan (diğerleri Reşit ve Ali Paşa’lar) da birisi. Fuat Paşa’ya göre terakki için Garp’ın kurumlarını ve ilkelerini benimsemeliydik. (9)

Fuat Paşa’nın sadece masonluğu değil Mevleviliği de önemli; tarikat olarak konumuz bağlamında sadece Mevlevilik değil Bektaşilik, Melamilik, Nakşibendilik de önemli ancak Mevlevilik resmi ideolojinin dünden bugüne en hoşgörülü baktığı tarikat oluşuyla da ayrı bir önem taşıyor. Yukarıda masonluğa bir parantez açmıştık ,Mevleviliğe de vurgu yapmak için bir parantez gerekiyor gerek gücü ve etkisi nedeniyle gerekse masonluk ile inanç,simge ve ritüel paralelliği nedeniyle… Mevlevilik ile Masonluk o kadar benzeşen, mistik ve batıni (içrek,ezoterik) yapılanmalar ki, benim de aşağıdaki uzun parantezin yazımında oldukça yararlandığım, A. Nevzat Odyakmaz "Bektaşilik, Mevlevilik, Masonluk" isimli kitabında, kitabın isminden de anlaşılacağı gibi, ortaklıkları ve paralellikleri anlatılmış.

*************

Mevlevilik (aynı şekilde Bektaşilik de) masonlukla pek çok yönden benzeşiyor. Simgecilik, gizlilik, giyim-kuşam, felsefe, dereceli sistem, selamlaşma ve tanışma, toplantı yer ve yöntemleri olarak, oldukça uzun ve yukarıda değindiğim gibi başlıbaşına bir kitap konusu. Bunlardan bir-kaç önemli gördüğüm paralelliğe değineyim.

Sema esnasında her hareketin kutsal bir anlamı vardır ve Mevlevi tarikatinin ayini olan sema’nın temel hareketi olan dönme (ki Mevlevilikte buna çark atmak deniyor) Tanrı’nın ışığını her yönden almayı simgeliyor. Mevleviler, teşekkür ya da takdir belirtirken "nur ol" derler. Nur, tasavvufta Allah’ın isimlerinden biridir.Mevlana şöyle diyor : "Sema nedir bilir misin ?Varlıktan sıyrılıp kendinden geçerek,Mutlak fena içinde beka tadı almaktır"

Burada, fena, benliğin Allah için yitirilmesi; beka ise ölümsüzlük, kalıcılık demektir.

"Ben, Muhammed’in nuru sırrına dayanarak derim ki,Tanrı tamamiyle zevktir; tatmayan anlamaz"

Masonlara göre masonluk dışındaki dünya karanlıktır ve masonluğun amacı kişiyi ışığa ulaştırmaktır. Masonlukta ışık kavramının çok özel bir önemi vardır ve onlar, mason kardeşlerini "masonik ziya"ya ulaştırmayı amaçlarlar. Masonik ziya ebedi ziya’dır yani ölümsüz, kalıcı bir ışıktır ve bir mason ebedi ziya ile nur’lanır. Masonların (Hür ve Kabul Edilmiş Masonların) İstanbul’daki binası da zaten Nur-u Ziya Sokak’tadır yani bu sokağa kendi öğretilerinin ana kavramını isim olarak verdirmişlerdir. Mason olmak isteyenlerin yemin ettiği kürsünün etrafında meşaleler bulunuyor ve mason mabedindeki ışıkların anlamı var. Bu ışıklardan dış evreni simgeleyen ışıklar "Kainatın Ulu Mimarı" yani dış evreni de yaratan ortada bulunan üç meşaleyle simgeleniyor. Gerçek evren dedikleri yani masonların aradıkları, idealleri olan evren ise locanın en büyük üstadı olan ve nazır seviyesinde bulunanların oturduğu yerlerdeki meşalelerle simgeleniyor. Masonluk, bir yeni doğuşu simgelediği için mason, masonluğa girdikten sonraki yaşı kadar yaşamış sayılıyor. Ayrıca mabedin yönleri aynen Hz. Süleyman’ın tapınağında olduğu gibi, bu yönlerin anlamları da oradan geliyor zaten, özel anlamlara sahip ve bu yüzden her yöndeki duvarlara ayrı simgeler yerleştiriliyor. Şark duvarında bir göz resmi ve altında da ışık saçan yıldız var ve bu ışık saçan yıldız da masonların Tanrı karşılığında kullandıkları "Kainatin Ulu Mimarı"nı simgeliyor.

Mevlevihanelerin büyük olanına asitane küçük olanına ise tekke ya da zaviye deniyor. Asitanelerde matbah-ı şerif denen bölüm (buraya ancak görevliler ki can deniyor ve üst düzey Mevleviler girebiliyor) var ve burada mutfak ve törenlerin yapıldığı meydan- şerif bulunuyor ve meydan-ı şerife de tören zamanı dışında görevli ve üst düzey olanlardan başkası giremiyor. Meydan-ı şerifte ortada kırmızı bir post duruyor ve hiyerarşik olarak en üst düzeyi temsil ediyor. Şeyh, Mevlevihane açabilecek dereceye gelmiş Mevlevi dedesine verilen isim. İkinci postun rengi ise beyaz ve Meydancı Dede’ye ait. Meydancı Dede, meydan işlerini gören kişi ve şeyhin postunu da ancak o seriyor ve kaldırabiliyor. Meydan- şerifte duran ücüncü postun rengi siyah ve Kazancı Dede’nin postu. Kazancı Dede, mutfakta yardımcı durumdaki kişi.
Peki bu renk simgeciliği ve renklerin hiyerarşisi nereden geliyor ?

"Simya, değersiz madenlerden altın yapma işlemi." İçrek bir öğreti olan simyanın tinsel düzlemdeki amacı ise, sıradan insanı ‘tinsel’ insana dönüştürmektir. (…) Simyanın sonul amacı Büyük yapıtı gerçekleştirmektir. Bu sürecin üç aşaması, Kara Yapıt, Beyaz Yapıt ve Kırmızı Yapıt’tır.(…)Kara Yapıt : Maddenin ilk dönüşüm aşaması; çözülme ve damıtılma aşaması.Beyaz Yapıt: Ögeler kaynaşarak gümüşsü ya da aysı duruma gelirler; bu durumda maddenin tüm renkleri beyazda birleşir. Kırmızı Yapıt: Elde edilen maddenin gümüşsu duruma geldiği son aşama." ( )

Mistik genel olarak, zahiri değil batıni olanlardan anlamlar çıkarır ve Tanrı’yı böyle kavrar, böyle ulaşmaya çalışır. Bu ulaşma da derece derece, hamlıktan pişkinliğe giderek, kemale ererek olur. Masonlukta iki ayrı rit (çalışma sistematiği) var : Kırmızı ve Mavi Rit.Bizdeki masonlar kırmızı masondur yani İskoç Riti’ne göre örgütlenmişlerdir. Masonların toplandıkları yer olan mabedlerde girişte mutlaka iki sütun bulunur. Bu iki sütün Süleyman Tapınağı’ndan alınma semboller, Süleyman Tapınağı’nda bu sütünlar yıkılmadan önce dururmuş. Süleyman Tapınağı yapılırken aletler, belgeler ve işçilerin ücretleri de bu iki tunç sütunun içinde saklanırmış. Bu iki sütundan birincisine (B) deniyor ve şimal yani kuzey sütunu olarak biliniyor. İsmi Rut(h)’la evlenen Boaz’dan geliyor .Rut’un, Yahudiliğe dönüş yapan Moavlı kadın olarak Yahudi Tarihi’nde özel bir önemi var; Rut’un oğlu Kral David’in (Davut) babası. Elimele kuraklık nedeniyle Moav’a gidiyor ve orada evleniyor. Elimele ölünce eşlerinden Rut(h) kayınvalidesini (Naomi) yalnız bırakmıyor ve onun dinini de benimsiyor. Rut(h) daha sonra Boaz’la evleniyor ve bu evlilikten doğan çocuk Oved, David’in büyükbabasıdır. B Sütununun rengi kırmızı ve Boaz’ın Rut ile evliliğinden doğan çocuklardan peygamber çıktığı ve soy ilerlediği için B Sütunu erkek cinsel organını temsil ediyor.

Diğer sütün ise Jakin(J) Sütunu, rengi beyaz ve kadın cinsel organını temsil ediyor. Bu sütün cenup yani güney sütunu olarak biliniyor. Mason mabedindeki örneğin siyah renk de malkut’u yani kırallığı temil ediyor. Jakin Sütunu sefirotlardan netzah’ı (sonsuzluk) temsil ediyor; Boaz ise hod (görkem) sefirasını . Yahudi mistisizminin temel kitabı Kabala’ya göre Tanrı, evreni yaratırken her birine sefira adı verilen 10 aşamada yaratıyor. Kabala’ya göre İbranicedeki 22 harf ve 10 adetten oluşan sefirotun harfleri insan bedeninin bölgelerini, organlarını temsil ediyor. Kabalacılar ise aynen zikir gibi bir meditasyon yapıyorlar. Önce üç baba denen, üç İbrani harfini bilmek gerekiyor; bunlar : yod, he, vav.Bu harflerin okunuşları dört yöne ve aşağıya yukarıya olmak üzere altı adet permütasyonu söylererek zikir başlıyor. Daha sonra Kabala’da belirtilen hayat ağacı ya da sefirot (sefira’nın çoğulu, sefiralar) ağacı denen 10 adet kavramı temsil eden oldukça uzun söz ve hareketlerle kendinden geçme başlıyor. Bu 10 kavram, Adam Kadmon’a yani mükemmel insana ulaşma durumuna geçmek için yapılıyor ve bu duruma "şiur hohma" yani akıl ve bilgelik ruhu deniyor. Kabalacılar, diğer mistikler gibi zahiri değil ancak batıni olarak metafizik olanın anlaşılacağını ve bunun için de gerek teorik gerekse de pratik eğitimin zorunlu olduğunu söylüyorlar.(11) (12)(13) (14)

Berin Nadi, "iyi doğmuş" birisi olarak "sıradan" birisiyle evlenemezdi; ilk seçtiği eşi de kendisi gibi "iyi doğmuş" birisiydi elbette ve ilk kayınpederi de (Tanburi Cemil Bey) ikinci kayınpederi kadar meşhur birisidir. İlk eşi Mesut Ekrem Cemil Tel de, Berin Nadi’nin simgelediği Tanzimat-İttihat-Cumhuriyet sürekliliğinde egemen ideolojinin kültür dünyasında, modernleşmenin radikal örneklerinden biri olan radyoda alaturka müzik yasağında bir "misyon" sahibidir. Modernleşmenin kültür hayatında geçmişten yani modern-olmayan’dan kopuşun önemli ve keskin bir dönemeci olan bu örnek ile örneğin savunucuları önemlidir.

"Ve son olarak, bütün resmî uygulamalar ve tercihlerden Türk musikisi şefi olan Mesut Cemil Tel sorumlu tutulmaktadır. Ünlü musiki üstadı Tamburî Cemil Bey'in oğlu olmasından başlayarak, kötü muamelelerden, disipliner ve otoriter kişiliğine kadar Mesut Cemil, alafranga-alaturka musikisi tartışmalarının merkezindedir: "Türk musikisinin silinmesine gayret sarf edenlerin başında eski bir Türk musikisi üstadı babanın oğlu Mesut Cemil gelmektedir". Bir yazıdaki iddiaya göre Mesut Cemil, radyodan ayrılmak isteyenleri ikna etmek isteyen umum müdürüne karşı çıkarak şöyle diyecektir: "Aman efendim, hepsi gitsin siz korkmayın, ben keman çalarım, ut çalarım, tambur, kanun ve lavta çalarım. Eksikliklerini hissettirmeyiz. Biz işi yürütürüz". (…) Mesut Cemil, yalnızca bu tartışmalarda değil uzun yıllar musiki ile ilgili bütün yazı, yorum ve iddialarda ismen, çoğunlukla da olumsuz bir biçimde geçecektir. Bir gazinoda öfkeli bir dinleyicinin ayağa kalkarak "Mesut Cemil gelsin de görsün! Türk musikisine ihanet ettiğini, babasının ruhunu da tazip ettiğini hiç düşünmüyor mu acaba" dediği gazetelere geçecektir." ( )

Kayınpeder Tanburi Cemil Bey’in babası Mehmet Tevfik Bey; Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca biliyor. Vali muavinliği, Tahran’da sefirlik ve ceza mahkemesi hakimliği yapan üst düzey bir bürokrat. Cemil Bey’in büyük ağabeyi Reşat Bey, Bektaşi ya da Melami olduğu söylenen mistik bir kişilik. Amcası Refik Bey, Fikret Karakaya’nın ifadesiyle "bir tanzimat tipi" olarak, Cemile Sultan’ın kahyası, Ticaret Genel Müdürlüğü, Emniyet Sandığı ve Şirket-i Hayriye Yönetim Kurulu Üyeliği, Borsa komiserliği yapmış, Yüksek Ticaret Okulu’nu kurmuş ve iddiaya göre II. Abdülhamit tarafından zehirlenerek öldürülmüş. ( ) Çizilen portre ile Berin Nadi’nin misyonu tam örtüşüyor.

Bu tabloda, ilk eş Mesut Cemil Tel’in de tablonun tamamlanması için mutlaka mason olması gerekiyor ve evet Mesut (Ekrem) Cemil Tel de mason. ( )
*****

Abalızade Haci Halil Efenedi’nin oğlu olarak 1879 yılında Fethiye’de doğdum. İlk tahsilimi orada yaptım. Sonra Rodos Adası’na gittim. Orada sürgün hayatlarını geçirmekte olan Ahmet Mithat Efendi’yle Ebüziyya Tevfik’in kurdukları Süleymanite Medresesinde okudum. Medreseyi bitirdikten sonra İstanbul’a gelerek Galatasaray Lisesine ve Hukuk Mektebine devam ettim. Gazeteciliğe büyük hevesim vardı. Baba Tahir’in ‘Malumat’ gazetesinde çalışmaya başladım. (…) Bense Rodos’ta Süleymaniye Medresesindeki tahsilim sırasında etkisi altında kaldığım istibdat karşıtı, meşruti, özgür düşünceden yana biriydim. Bu yönüm kısa süre sonra bana da Abdülhamid istibdatının sürgün yollarını açacaktı. Nihayet 1901’de hem gazetecilik faaliyetimden, hem de gizli cemiyete katılmak suçundan 3 yıl Midilli’ye sürgün cezasına çarptırıldım. (…) Meşrutiyet’in ertesi yılı Cemiyet yöneticilerinin çağrısı üzerine ailemi, çoluk-çoğumu da toplayarak Selanik’e gittim. " ( )

Özgür düşünceli olduğunu söyleyen Yunus Nadi, Cumhuriyet vasıtasıyla Hitler’e verdiği destek nedeniyle Yunus Nazi olarak anılmadan önce, cemiyet dediği İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Selanik’te çıkardığı "Rumeli"nin baş yazarı da oluyor. Daha sonra da "Tanrı" yürü ya kulum dediği için Aydın mebusu olacak, Ebüziyya Tevfik’le bir kez daha yolları kesişecek ve gazetesinde önce yazar, daha sonra değineceğimiz çok önemli bir ailenin mensubu olan Ebüziyya Tevfik’in ölümü sonrasında da başyazar olacaktır. Mustafa Kemal ile de Selanik’te tanışmışlar. Cumhuriyet’in künyesinde kurucusu olarak sadece Yunus Nadi’nin ismi var, ama bir kurucu daha var ve o da çok meşhur birisi : Zekeriya (Mehmet) Sertel. Yazılarını ve kitaplarını beğeniyle okuduğum Gündüz Vassaf’ın dayısı Zekeriya Sertel uzun bir sürgün sonrası 70’li yıllarda Milliyet’te yayınladığı anılarında Nazım Hikmet için bazı TKP’lilerin hoşlanmadığı şeyler yazdığı için taşa tutulmuştu. Gündüz Vassaf, annesinin ağzından dayısının Yunus Nadi ile bir yolsuzluk yüzünden ters düştüğünü yazıyor. ( )

Şimdi halkalar içiçe ve hep de içiçe kalacak, şöyle ki : Yunus Nadi, Berin Nadi’nin kayınpederi Mehmet Zekeriya Sertel’le Cumhuriyet’i çıkarıyor. Berin Nadi, Halide Edip’in kucağına doğmuş; Halide Edip, Sertel çiftini ABD’ye Columbia Üniversitesi’ne kendi kesesinden verir gibi tamamen keyfi olarak devlet bursuyla gönderiyor. ( ) Cumhuriyet’in merkez binası yani Kırmızı Konak, İTC’nin merkezi ve Talat Paşa, Berin Nadi’lerin evine gelip gidecek kadar yakınlığı var. Ancak bitmedi, Zekeriya Mehmet ve Sabiha Sertel çiftinin nikah şahitleri Talat Paşa ve Tevfik Rüştü Aras. ( ) Rüştü Aras ve Yunus Nadi "sahte" TKP’nin kurucularından. Tevfik Rüştü Aras, Kırmızı Konak’ı Yunus Nadi’ye veren Mustafa Kemal’in eşi Latife Uşaklıgil’in akrabası. ( ) Tevfik Rüştü Aras aynı zamanda Dr. Nazım’la ve Menderes ile de akraba; Fatin Rüştü Zorlu’nun da kayınpederi.Bütün bunları açacağız, ancak Uşaklıgil isminde durmamız gerekiyor.

"Halit Ziya Uşaklıgil'in torunu. Emine Uşaklıgil Kopenhag Kahire Washington ve Paris'te görev yapmış bir büyükelçinin Bülent Uşaklıgil'in kızıdır. 1975 yılında Ayrıntılı Haber gazetesinde gazeteciliğe başladı. 1977 yılından sonra Cumhuriyet gazetesinde çalıştı.Son olarak Yeni Yüzyıl gazetesinde yazdı. Emine Uşaklıgil, Osmanlı hanedanından bir prensle evlendikten sonra boşandı ve İsviçre'den Türkiye'ye geldi.Bilahare Asaf Savaş Akat’la evlendi, boşandı. (…) Türk basını deyince akla gelen ailelerden olan Abalıoğlu Yunus Nadi'nin, diğer taraftan da ünlü edebiyatçımız Halid Ziya Uşaklıgil'in torunu olan Emine Uşaklıgil, (…) Emine Hanım baba tarafından Aşk—ı Memnû'nun yazarı Halid Ziya Uşaklıgil'in torunudur. Halid Ziya Uşaklıgil ile Atatürk'ün eski eşi Latife Hanım'ın (Latife Uşaklı'nın diğer kızkardeşi Vecihe Hanım da Osmanlı'nın son seraskeri Müşir Mehmet Rıza Paşa'nın oğlu Süreyya İlmen'le evlenir. Onun işadamı oğlu Erdem İlmen ise İsmet İnönü'nün yeğeni —kardeşinin çocuğu— Mutlu Temelli ile birleştirir hayatını. Süreyya İlmen'in İngiltere'de tekstil işi yapan torunu Birgül İlmen ise, eski cumhurbaşkanlarından Fahri Korutürk'ün eşi Emel Hanım'ın yeğeni ekonomist Ömer Aral'la evlenir) babası Muammer Bey kardeş çocuklarıdır. Halid Ziya Uşaklıgil, Meclis—i Ayan Reisi Emin Ali Efendi'nin Boşnak kökenli Fahriye Hanım'la evliliğinden doğan Memnune Hanım'la evlenir. Çiftin bu evliliklerinden Vedide, Bihin, Güzin, Sadun, Vedat, Bülent adında çocukları olur. Vedide, Güzin ve Sadun erken yaşta vefat eder. Emine Hanım'ın da babası olan Bülent Uşaklıgil hariciyeci olmayı koyar kafasına. Olur da. Bülent Bey, 1933'te Abalioğulları'nın kızı Leyla Hanım'la evlenir ve eşiyle birlikte Fethi Okyar'ın Büyükelçi olduğu Londra'ya gider. Nadi ve Uşaklıgil Leyla Hanım, çiftçi Abalıoğlu ailesinden bir ara tapuda çalışan Fethiyeli Abalızade Halil Efendi'nin Ali, Sadık, Ömer, Abdullah, Gülsüm, Mehmet Yunus Nadi adındaki çocuklarından en sonuncusunun kızıdır. Atatürk'ün emri ile Cumhuriyet gazetesini kuran Yunus Nadi'nin hayat hikâyesi biraz da Türk basın tarihinin hikâyesidir aslında. 1879'da Fethiye'de doğan İttihatçı ve milliyetçi Yunus Nadi, —öncesinde de başka gazetelerde çalışır fakat— 1920'lerde Yeni Gün gazetesini çıkarır. Atatürk'ün teklifi ile Hakimiyet'i Milliye ile Yeni Gün'ü birleştirerek İttihat Terakki'nin binasında 1924'te Cumhuriyet adıyla yayınlamaya başlar. (…) Nazime—Yunus Nadi çiftinin ilk çocukları Nadir Nadi (Berin Nadi ile evlenir) Cumhuriyet'in bir numaralı hakimi olarak tanınır. 1969'da vefat eden küçük oğlu Doğan'ın (Mary Elizabeth ile evli idi. Suzan ve Mina adında iki çocuğu oldu.) dışında çiftin son çocukları olan Nilüfer Hanım avukat Niyazi Nun'la evlenir (Onlar da iki çocuk sahibidir: Lâle ve Ali). Fransız ekolünden Leyla—Bülent Uşaklıgil çifti Fransa'ya geçtiklerinde ikinci çocukları Emine (birincisi Zeynep, Türkiye'de doğar. Amerikalı Homer Lange ile evlidir.) dünyaya gelir. Küçük Emine Türkiye'ye ilk defa henüz birkaç aylık iken gelir. (…) Ankara'da oturduğumuz ev de bugünkü İsrail sefaretinin binası idi. Büyük bir bahçe içinde ve güzel bir ev." Emine, bilinçlenmeye başladığında yine yurtdışında bulur kendisini. Bülent Uşaklıgil, bu sefer büyükelçidir. (…) Menderes, Fatin Rüştü ve Hasan Polatkan asıldı. O tarihte Washington Büyükelçisi babam. Amerikan yönetimi Menderes'in asılmaması için büyük bir çaba harcıyor. Menderes asıldığında babam bir kalp krizi geçiriyor. (…)Emine Uşaklıgil, Paris Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisidir artık: "İlginç ve hareketli yıllar. Sinema arada bir depreşti, Cumhuriyet gazetesi öncesinde ve sonrasında." Oktay Akbal: Yeğenin niye Cumhuriyet'te değil? Emine Uşaklıgil, Türkiye'ye geldiğinde yıl 1966'dır: "1967'de Cumhuriyet'te çalışmaya başladım. Muhasebede bir süre kaldıktan sonra dış haberler servisinde çalıştım." Mehmet Barlas'ın başında bulunduğu dış haberler servisinde Ergun Balcı ile birlikte üç kişidirler. 1969'a gelindiğinde Emine Uşaklıgil, —daha sonra ikincisi de olacaktır— ilk evliliğini yapar: (…) ayrıldıktan sonra Onat Kutlar, Hasan Karabey ve Osman Kavala ile birlikte İFA(İstanbul Film Ajansı)'na katılarak depreşen sinema hevesini yatıştırmaya çalışan Emine Hanım, bir süre hem film dağıtımı yapar hem de Alkazar Sineması'nı işletir. Daha sonra Yeni Yüzyıl'daki yazıları ile basına tekrar dönen Emine Uşaklıgil, devam ettirdiği gazeteciliğini bugün de internette sürdürmektedir. Helsinki Yurttaşlar Derneği üyesi olan Uşaklıgil, rüzgar sörfünün yanında bahçe işleri ile de uğraşmaktan hoşlanmaktadır. Emine Hanım, babası Bülent Uşaklıgil'in dışında halası Bihin Hanım, Cumhuriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Üyesi ve Hukuk Müşaviri Nihat Türel ile Yönetim Kurulu Başkan Vekili Reşat Atabek'in üzerindeki emeklerini unutmuş değildir." ( )
Çocukken, Mustafa Kemal’in Uşşakizade Latife Hanım’la evlendiği köşkün mermer merdivenlerinde oynardık. Şimdi Özel Türk Lisesi içinde kalan bu köşkün sahibi Uşşakizade Muammer Bey, bir dönem İzmir Belediye Başkanlığı da yapmış zengin bir kişi. Latife Hanım da İsviçre de okuyacak kadar burjuva ve modern bir ailenin kızı. Köşklerinden sahile doğru indiğinizde Sadıkbey isimli otobüs durağına gelirsiniz; durağın ismi, Latife Hanım’ın kardeşi Sadık Bey’in yalısının burada olmasından geliyor.

Cumhuriyet’in Makedonya geneli, Selanik özeliyle çok yakın ve günümüze kadar süren bağı var. Ergun Balcı tıpkı Berin Nadi gibi Işık Liseli ve bir başka Işıklı ve Cumhuriyet’te de yazmış olan İsmail Cem’in kuzeni ( ) Bütün hayatı boyunca sadece Cumhuriyet’te çalışan karikatürist Ali Ulvi de İsmail Cem’in ablasıyla evliydi. ( ) Ali Ulvi de, Ergun Balcı da, artık İpekçi soyadını kullanmayan İsmail Cem de, Emine Uşaklıgil’in bahsettiği Atabek de Selanik kökenliler. 1878 Osmanlı - Rus Savaşı sonrası bölgede Berlin Konferansı’nda alınan karar sonucu bir müfettişlik kuruluyor ve bu müfettişlik, Müslüman olmayanlarını koruyordu ve bu durum Selanik’te masonluğun serbetstçe açılması ve yayılması sonucunu doğurmuştur. Selanik, ilk mason locası açılan Osmanlı şehriydi. ( )

"Mozart’ın en büyük üç operasının konuları ile Fransız Devrimi’nin sloganları arasında koşutluk görülmüştür. Saraydan Kız Kaçırma’nın konusu özgürlük, Figaro’nunki ise eşitliktir. Mozart son operası Sihirli Flüt’te ise kardeşlik mesajı ile slogan üçlemesini tamamlamıştır." ( )

1789’un asıl ve en büyük etkisi milliyetçilik olmuştur ve milliyetçilik, Fransa’dan dalga dalga yayılmaya başlamıştır. Jön Türkler’in ismini aldığı Jön Avrupa Giuseppe Mazzini isimli bir masonun önderliğinde bir örgüttü ve çalışma yeri olarak da mason localarını seçmişti. Masonlar, Avrupa’da monarkların karşısına çıkan hareket ve örgütlere destek veriyorlardı. Masonluğun karşısına dikilen en büyük isim de, bugünkü Avrupa’nın mimarı kabul edilen Mettenernich olacaktı. Metternich karşısında gizli örgüt Carbonari devereye girecek ve masonlarla bütünleşecektir. Fransa’da oluşturulan Carboneri, Bourbon Hanedanı’na karşı tamamen masonlardan oluşan bir kadroyla kurulurken İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) de örgütlenme yapısı olarak Carbonari’yi dolayısıyla masonları örnek model olarak alacak ve elbette İTC’nin önderleri de masonlar olacaktı. ( ) Monarşiye karşı cumhuriyet (bizde önce meşrutiyet) monarkın gücüne karşı gizli örgüt, devletin aygıtlarına karşı masonik örgütlenme modeli vardı. Dönemin felsefesi pozitivizimdi ve bilime tapılıyordu, aydınlama sonrası pozitivizm ve zincirin devamı olarak modernleşme ortaya çıkmıştır. İttihat ve Terakki’nin ismi de zaten Pozitivizmin babası A. Comte’un ,Ordre et Progress’inden geliyor. Fransız Devrimi’nin ünlü sloganları da, sloganları oluyor. Pozitivizm, İttihatçılık, sonra Cumhuriyet ideolojisi çakışıyor.

***********
Cumhuriyet’e değinirken gazetenin en güçlü ismi olan Uğur Mumcu’ya değinmeden olmaz. Babası Tapu Kadastro Genel Müdürü olan ve Güldal Homan’la evlenen Mumcu, Selanikli değil ancak anne tarafından Yanya ile bağı var. "...Babamın babası, Albay İbrahim Ethem. Anneannem, Ankara'nın Oğulbey köyünden. Dedemin Babası, Mumcu Halil Ağa. Mumcu Halil Ağa Zengin bir adammış. Büyükdedem Halil Ağa'nın Ankara'da Eryaman köyünde geniş bir çiftliği varmış. Annemin babası da Ankaralı: Ağır ceza yargıcı İbrahim Ethem Peksimetçioğlu. Annesi, Yanya'da Oruç bey ailesinden. Anneannem, eski Meclis başkanlarından Abdülhalik Renda ile kardeş çocuğu. ." Abdülhalik Renda da mason ( ) ve Renda’nın akrabaları da epey ünlü kişiler. Aşağıda uzun sayılabilecek bir alıntı var, alıntıda geçen isimler çok önemli o yüzden alıntıyı ancak bu kadar kısaltabildim. Bu isimlerin hepsi eupatrid saydığım kişiler. Aşaıdaki alıntıda ismi geçen Kazım Taşkent çok önemli bir isim, kurucusu olduğu banka (Yapı ve Kredi) ve kendisi hakkında yazılan bir başka kitaptan kayınpederinin de Faik Paşa olduğunu öğreniyoruz. ( )"Yanya’nın ilk Belediye Başkanı Mehmet Emin Efendi’nin üç oğlu vardır. Mehmet Emin Efendi’nin eşi anneannemin halası,yani Namık (Bülkat) Efendi’nin kız kardeşidir. Çocukları Esat (Bülkat), Vehip (Kaçi) ve Nakiyeddin. Esat ve Vehip Paşalar I. Dünya Savaşı sırasında Yanya’nın savunmasını üstlenmiş kişilerdir. Nakiyeddin ise Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu Kazım Taşkent ve kızkardeşi Rabia (Adakan) Teyze’nin babalarıdır. Esat ve Vehip Paşalar ilk ve orta öğrenimlerini Yanya’da gördükten sonra Kuleli Askeri Okulu’nda okumuşlar ve Yanya Kolordusu’nda görev almışlardır. Esat Paşa Yanya’da yapılması gerekli siyasal, askeri, idari, bayındırlık ve maarifle ilgili önlemleri ayrıntılı bir biçimde layiha olarak yazmıştır. İleri görüşleri Abdülhamit tarafından pek hoş karşılanmamış olmalı ki İsmail Arar’a göre bu süre Acıbadem’deki köşkünde gözaltında tutulmuştur. (…) Vehip veEsat Paşaların Acıbadem’de ayrı ayrı konakları bulunuyordu. Esat Paşa’nın konağı ailedeki düğünlerin yapıldığı yer olmuştur. Anneannem Zahu ve kardeşi Nesimuş (Nesime Akdoğan) burada evlenmişlerdir. Diğer halalarının kızı olan Makbuluş (Makbule teyze) bu düğün gecelerinde oynanan sirtoları (sirtaki tipi dans) gevrek kahkahaları ile anlatır, biz çocukları bol bol güldürürdü. Esat Paşa’nın Balkanlar’daki karışıklığı bilmesi, ailenin hemen harp öncesinde İstanbul’a göçmesinde etken olduğunu gösterir. Bu dönemde Yanya’dan çok sayıda aile göç etmiştir. Bir kısmı İzmir’e, bir kısmı İstanbul’da Pendik’e yerleşmiştir. Son kalanlar ise içinde Esat Paşa’nın da bulunduğu 1924 Mübadele Komisyonu kararıyla gelmiş olmalıdır. (…)Dinolar ise Manisa’ya yerleşmiş. Ankara’da yaşayan dostum Hediye Dino’nun anlattıklarına göre ailenin başı Yusuf (Dino) Paşa ile Ressam Abidin Dino’nun babası kardeşlermiş. Yusuf Paşa’nın kızı Fahriya Hanım ise Hediye’yi büyüten halası. Kocası asker doktor Hamit Abidin ise Esat Paşa’nın kızkardeşinin oğluymuş. Yanya’dan İstanbul’a göçlerden önce de gelenler olmuş, örneğin babamın babası. Yanyalı genç Aziz Efendi, akrabaları veya tanıdıkları aracılığıyla İstanbul’lu olan babaannem ile evlenmiş. Servet-i Fünun edebiyatına konu olabilecek romantik bir yaşamları olmuş. Babaannemin babası Abdülhamit’in sürre emiri imiş, yani padişah yerine hac görevini yerine getirirmiş. Beylerbeyi’nde yaşarlarmış, baba kütüğümüz halen İstovdoz Mahallesi, Küplüce Sokak’tır. Genç Aziz Efendi’ye Bab-ı Ali’de bir katiplik görevi bulunmuş ve böylece büyükbabam saray bürokrasisine girmiş. Babaannem eşini o kadar çok sevmiş ki, Aziz Efendi geceleri geç çalıştığı için, hele sisli havalarda Beylerbeyi’ne dönmesi zor oluyor diye, babasına Aksaray’da bir konak aldırmış. Babaannem yorulmasın diye, günaşırı Beylerbeyi’nden Aksaray’a sandalla yemek giden bu büyük ev, yüzyıl başındaki ünlü Aksaray yangınında yanıp kül olmuş.

İzzettin Çalışlar ve Abdülhalik Renda ile beraber ailenin Cumhuriyet dönemindeki katkıları görülmeye başlanır. Aziz Efendi ve İzzettin Paşa’nın babaları Ataullah ile Abdülhalik Renda’nın annesinin babası Ali kardeştirler. İzzettin Çalışlar, Milli Mücadeleye Atatürk’ün silah arkadaşı olarak katılırken, Abdülhalik Renda da yeni kurulan hükümetlerde yer almış ve ayrıca Meclis başkanlığı da yapmıştır. Münevver Teyze’ye göre Cicianne (Kevser Çalışlar) Anafartalar’da Atatürk’e kendi elleriyle yaptığı Yanya baklavasından gönderiyor ve baklavayı çok beğenen Atatürk sık sık bu baklavadan istiyor. Öte yandan Cumhuriyet için şehitlerde veriyor. Kaniye (Ertürk) Teyzenin amcası Nusret Karaosmanoğlu, 1919-1922 İstanbul işgali sırasında, işgalciler tarafından asılıyor. Yengem (Güzün Bülkat) kendisi gibi güzel gözlü olan Kaniye Teyzenin babası Darülfününün fizik hocası ve Meclis-i Kebir Maarif azası Cevdet Karaosmanoğlu, annesi ise Yanya Müftüsü Mehmet Emin Bey’in kızı. Rahmetli dedem emekli Vali, Ahmet Durmuş Evrendiler, damat girdiği kadınlarının hepsinin zeki olduğunu ancak en bilgili ve akıllı olanın Kaniye Teyze olduğunu söylerdi. Cumhuriyet Dönemi bürokrasisinde İbrahim Aktan Kastamonu valiliği yapıyor. Takma adı Manevraca olan Raşit Bigay ise 1930’larda İstanbul’da valilik yapıyor. (…)Özdem Sanberk bu bakımdan tipik bir Yanyalı. Ya Sadi Çalışlar’a ne demeli? Körfez krizinden sonra, Saddam sendromları yaşanan, kuzey Irak sorunlarıyla çalkalanan bir dönemde Türkiye Cumhuriyetini Bağdat’a büyükelçi olarak temsil etmekte. Ailedeki diplomatların başını rahmetli Büyükelçi İzzettin Paşa’nın büyük oğlu Celal Çalışlar çeker. Davudi sesiyle konuşmalarına ‘kızım biz Yanyalılar" diye başlar. "Atatürk der ki" diye bitirirdi. Ermeni terörünün en yoğun olduğu dönemde Paris’te görevliydi. Fransız bir hanımın onunla ilgili söyledikleri ise halen kulaklarımdadır: "Hayatımda hiçbir erkek beni amcan kadar etkilemedi. Neden mi? Çünkü onu ilk gördüğüm zaman bir toplantıda, Fransızca olarak Baudelaire’in en güzel şiirlerini okuyordu.’Aile dışı Yanyalı diplomatlar arasında ise, tanıdıklarımdan, kıvrak zekası ve dili ile Gündüz Aktan, Birleşmiş Milletler Temsilcimiz Onur Öymen Bonn’da Büyükelçi. Tepedelenli ailesinden Kenan Bey ise Budapeşte’de görevli. "

Hiç yorum yok: